Bilmem başınıza hiç geldi mi? Yaşamaktan usanıverdim bir gün apansız ... Neden mi? Uygun bir sırada, nedenlerden bir kaçını söylerim. Saçma bulacaksınız. Evet, saçmadır! Ama bilirsiniz, bazı dönemlerde, insana en saçma şey en ciddi olaydan daha dramatik gelir. Kendimi öldürmeyi düşündüm bütün ciddiligiyle ... Sakası yok, elde tabanca ölümün yanına gittim geldim iki defa ... Hani Çar subayları sarhoşken bir oyun oynarlarmış . . . Beş mermi atan bir toplu tabancaya tek bir mermi koyarlar, to pu avuçlarına sürerek bir zaman çevirirler, sonra namluyu şakaklarına dayayıp tetigi çekerlermiş ... Bir garip ölüm oyunu ...
Beşte dört boş ... Biri dolu . . . Ölümle beşte bir alay ... lki defa yaptım bunu . . . ikisinde de boş çıktı.
Uyandığımda, duvardaki saatin yelkovanı on tane tabanca bulmam gerektiğini söylerken, akrebi de söz konusu ufak cephaneyi nereden bulacağımı soruyordu. Yani başka bir deyişle saat ona geliyordu.
"Ağbi o kadar topları tüfekleri var adamların hala satırla falan ne uğraşıyorlar, anlamadım ki," diyor Onur. "Kesici alet kullanmalarının birkaç sebebi var," diye açıklamaya girişiyor Umut.
"Öncelikle herhangi bir suçta kullanılıp kullanılmadığının tespiti zor. Tabanca gibi balistiği falan yok. Sonra meşhur 6136 sayılı ateşli silahlar kanunu var, bu ona girmiyor, oradan da yırtıyorsun.
Özellikle Batman'da yaygın biçimde satır kullanıyorlar."
EFELYA ROMANI HAKKINDA BİRKAÇ SÖZ...
Film Yönetmeni Sinan Tabanlı yazdı...
Genk / Belçika
Arada su gibi içtiğim Kürk Mantolu Madonna'yı saymazsak eğer uzun zamandır Türk diliyle yazılmış bir roman okumamıştım, Mehmet Ağabey'in Efelya'sı elime geçene dek.
Ortalık herhangi bir moral çerçevesi olmayan sığ, karanlık tarafçı bohem
"...Hatırlıyorum da bir yıl küçük İsa'dan babamın artık içmemesini ve annemi ağlatmamasını istemiştim. Bir tane de tabanca istemiştim.
...
Bir tabancam oldu ama Solido marka değildi, babamsa kısa ömrünün sonuna kadar içmeye devam etti. 43 yaşında öldü."
"Ben asla evlenmeyeceğim,” diye fısıldadı Tarık.
“Ben de,” dedi Leyla, ama anlık, gergin bir duraksamanın ardından.
Sesinin, duyduğu hayal kırıklığını ele vermediğini umuyordu. Yürek atışları hızlanırken, daha güçlü bir sesle ekledi: “Hiçbir zaman.”
“Düğünler aptalca.”
“Bütün o yaygara.”
“Harcanan onca para.”
“Hem de ne uğruna?”
“Bir daha hiç giymeyeceğin kıyafetlere.” “Hah!”
“Olur ha, evlenirsem,” dedi Tarık,
“nikâhın kıyıldığı sahnede üç kişilik yer hazırlamaları gerekecek.
Ben, gelin, bir de başıma tabanca dayayan adam için.”
Elveda Efelya...
kalbim
o metruk tenhalık, o kırılgan kuş
yıkıntılı şehirlerin aynasında yekinen imge
uzak yağmurlar bekleyen çölün suya hasretiydi
su gidiyor aldırmayıp şerha yaralarına kalbimin
yüklenmiş gidiyor
kuvva adımlarıyla erkenci bir baharı
şarkıları, zamanları, düşe dair ne varsa
na varsa umut adına, yarın adına
olası mutlulukları
EFELYA ROMANI HAKKINDA BİRKAÇ SÖZ...
Film Yönetmeni Sinan Tabanlı yazdı...
Genk / Belçika
Arada su gibi içtiğim Kürk Mantolu Madonna'yı saymazsak eğer uzun zamandır Türk diliyle yazılmış bir roman okumamıştım, Mehmet Ağabey'in Efelya'sı elime geçene dek.
Ortalık herhangi bir moral çerçevesi olmayan sığ, karanlık tarafçı bohem
Sabahın erken saatinde, Hilâl-i Ahmer’in hademelerinden Halis gelmiş, İstanbul’un gece yarısından sonra saat ikide askerî işgal altına alındığını söylemiş.
Hilâl-i Ahmer’i otuz kişilik bir askerî müfreze işgal etmiş. Türk veya Ermeni tercüman olmadığından, sadece İngilizce konuşmuşlar. Telefonlar koparılmış, kâğıtlar paramparça edilmiş, uyuyan hademelerin başına tabanca dayayarak Dr. Adnan’ın nerede olduğunu sormuşlar. Dolaplar, hatta kâğıt sepetleri bile aranmış. Dr. Adnan’ın orada olmadığını öğrenince, evini sormuşlar. Bunların birer işaretle sorulduğunu zannediyorum. Yalnız, içlerinden biri birkaç kelime Türkçe biliyormuş. Nihayet, Balkan göçmenlerinden Hamid adlı ve Dr. Adnan’ın himaye ettiği öksüz oğlanı yakalayarak sorguya çekmişler. O da bilmediğini söyleyince, askerler çocuğu dipçikle dövmeye başlamışlar. Çocuk, Hilâl-i Ahmer’den ayrıldığı zaman, yüzü kan içindeymiş. Bununla beraber, hademe Halis’e ne yapsalar evi haber vermeyeceğini ve Halis’in gidip ablama bunu haber vermesini rica etmiş. Bu, güzel muhabbet nişanesi Dr. Adnan’ı ağlatmaya başladı. Benim gözümden bir tek yaş akmadı. Çünkü, daha iyi günlere kavuşmadan önce, bir damla gözyaşı dökmemeye karar vermiştim.
Adnan, tehlikeden ziyade, verdiği sözde durmamış olmaktan üzgündü. Bundan başka da, Adnan’ın fikrince, şayet Türk mebusları İngilizler tarafından esir alınırsa, Garp efkâr-ı umûmiyyesi bizim tarafımıza dönecekti. Benim tuttuğum yol, tehlikeli olduğu kadar şüpheli idi de. Bütün bunlara rağmen, gece gayet sakin uyudum. Uyandığım zaman, Nigâr’la Dr.
"-Önce odamı sonrada şuraları bir güzel temizle bakalım.
-Sen kendini ne sanıyorsun be?
-Sana ne diyorsam onu yap. İnsanın temizlikten hoşlanması için kendini bir şey sanması gerekmez."