Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
tek tabanca ..
Bir ben kaldım şimdi Tek yakın bana. Ama ben eskiden de Hep böyle Yalnız çıkardım yola.
Sayfa 140 - Kırmızı Kedi YayıneviKitabı okuyor
dervişliğe neden, nasıl, ne zaman girdigini sordu.
Bilmem başınıza hiç geldi mi? Yaşamaktan usanıverdim bir gün apansız ... Neden mi? Uygun bir sırada, nedenlerden bir­ kaçını söylerim. Saçma bulacaksınız. Evet, saçmadır! Ama bilir­siniz, bazı dönemlerde, insana en saçma şey en ciddi olaydan daha dramatik gelir. Kendimi öldürmeyi düşündüm bütün ciddiligiyle ... Sakası yok, elde tabanca ölümün yanına gittim geldim iki defa ... Hani Çar subayları sarhoşken bir oyun oynarlarmış . . . Beş mermi atan bir toplu tabancaya tek bir mermi koyarlar, to­ pu avuçlarına sürerek bir zaman çevirirler, sonra namluyu şa­kaklarına dayayıp tetigi çekerlermiş ... Bir garip ölüm oyunu ... Beşte dört boş ... Biri dolu . . . Ölümle beşte bir alay ... lki defa yap­tım bunu . . . ikisinde de boş çıktı.
Reklam
otuz yıldır her gece bir başkasını kurşuna dizer tabanca sıkarak ensesine eski bolşeviklerin
Sayfa 16
Uyandığımda, duvardaki saatin yelkovanı on tane tabanca bulmam gerektiğini söylerken, akrebi de söz konusu ufak cephaneyi nereden bulacağımı soruyordu. Yani başka bir deyişle saat ona geliyordu.
"Ağbi o kadar topları tüfekleri var adamların hala satırla falan ne uğraşıyorlar, anlamadım ki," diyor Onur. "Kesici alet kul­lanmalarının birkaç sebebi var," diye açıklamaya girişiyor Umut. "Öncelikle herhangi bir suçta kullanılıp kullanılmadığının tespi­ti zor. Tabanca gibi balistiği falan yok. Sonra meşhur 6136 sayılı ateşli silahlar kanunu var, bu ona girmiyor, oradan da yırtıyorsun. Özellikle Batman'da yaygın biçimde satır kullanıyorlar."
EFELYA ROMANI HAKKINDA BİRKAÇ SÖZ... Film Yönetmeni Sinan Tabanlı yazdı... Genk / Belçika Arada su gibi içtiğim Kürk Mantolu Madonna'yı saymazsak eğer uzun zamandır Türk diliyle yazılmış bir roman okumamıştım, Mehmet Ağabey'in Efelya'sı elime geçene dek. Ortalık herhangi bir moral çerçevesi olmayan sığ, karanlık tarafçı bohem
Reklam
Şakası yok, elde tabanca ölümün yanına gittim geldim iki defa…
"...Hatırlıyorum da bir yıl küçük İsa'dan babamın artık içmemesini ve annemi ağlatmamasını istemiştim. Bir tane de tabanca istemiştim. ... Bir tabancam oldu ama Solido marka değildi, babamsa kısa ömrünün sonuna kadar içmeye devam etti. 43 yaşında öldü."
Düğüne harcanacak o parayla ne gezilir be :D
"Ben asla evlenmeyeceğim,” diye fısıldadı Tarık. “Ben de,” dedi Leyla, ama anlık, gergin bir duraksamanın ardından. Sesinin, duyduğu hayal kırıklığını ele vermediğini umuyordu. Yürek atışları hızlanırken, daha güçlü bir sesle ekledi: “Hiçbir zaman.” “Düğünler aptalca.” “Bütün o yaygara.” “Harcanan onca para.” “Hem de ne uğruna?” “Bir daha hiç giymeyeceğin kıyafetlere.” “Hah!” “Olur ha, evlenirsem,” dedi Tarık, “nikâhın kıyıldığı sahnede üç kişilik yer hazırlamaları gerekecek. Ben, gelin, bir de başıma tabanca dayayan adam için.”
Elveda Efelya... kalbim o metruk tenhalık, o kırılgan kuş yıkıntılı şehirlerin aynasında yekinen imge uzak yağmurlar bekleyen çölün suya hasretiydi su gidiyor aldırmayıp şerha yaralarına kalbimin yüklenmiş gidiyor kuvva adımlarıyla erkenci bir baharı şarkıları, zamanları, düşe dair ne varsa na varsa umut adına, yarın adına olası mutlulukları
Reklam
EFELYA ROMANI HAKKINDA BİRKAÇ SÖZ... Film Yönetmeni Sinan Tabanlı yazdı... Genk / Belçika Arada su gibi içtiğim Kürk Mantolu Madonna'yı saymazsak eğer uzun zamandır Türk diliyle yazılmış bir roman okumamıştım, Mehmet Ağabey'in Efelya'sı elime geçene dek. Ortalık herhangi bir moral çerçevesi olmayan sığ, karanlık tarafçı bohem
Sabahın erken saatinde, Hilâl-i Ahmer’in hademelerinden Halis gelmiş, İstanbul’un gece yarısından sonra saat ikide askerî işgal altına alındığını söylemiş. Hilâl-i Ahmer’i otuz kişilik bir askerî müfreze işgal etmiş. Türk veya Ermeni tercüman olmadığından, sadece İngilizce konuşmuşlar. Telefonlar koparılmış, kâğıtlar paramparça edilmiş, uyuyan hademelerin başına tabanca dayayarak Dr. Adnan’ın nerede olduğunu sormuşlar. Dolaplar, hatta kâğıt sepetleri bile aranmış. Dr. Adnan’ın orada olmadığını öğrenince, evini sormuşlar. Bunların birer işaretle sorulduğunu zannediyorum. Yalnız, içlerinden biri birkaç kelime Türkçe biliyormuş. Nihayet, Balkan göçmenlerinden Hamid adlı ve Dr. Adnan’ın himaye ettiği öksüz oğlanı yakalayarak sorguya çekmişler. O da bilmediğini söyleyince, askerler çocuğu dipçikle dövmeye başlamışlar. Çocuk, Hilâl-i Ahmer’den ayrıldığı zaman, yüzü kan içindeymiş. Bununla beraber, hademe Halis’e ne yapsalar evi haber vermeyeceğini ve Halis’in gidip ablama bunu haber vermesini rica etmiş. Bu, güzel muhabbet nişanesi Dr. Adnan’ı ağlatmaya başladı. Benim gözümden bir tek yaş akmadı. Çünkü, daha iyi günlere kavuşmadan önce, bir damla gözyaşı dökmemeye karar vermiştim.
Adnan, tehlikeden ziyade, verdiği sözde durmamış olmaktan üzgündü. Bundan başka da, Adnan’ın fikrince, şayet Türk mebusları İngilizler tarafından esir alınırsa, Garp efkâr-ı umûmiyyesi bizim tarafımıza dönecekti. Benim tuttuğum yol, tehlikeli olduğu kadar şüpheli idi de. Bütün bunlara rağmen, gece gayet sakin uyudum. Uyandığım zaman, Nigâr’la Dr.
Birisi üzerime aniden bir tabanca çevirse yüreğim etrafımdaki bunca insanın yüreğinin bir avuç para için attığı kadar atmazdı.
"-Önce odamı sonrada şuraları bir güzel temizle bakalım. -Sen kendini ne sanıyorsun be? -Sana ne diyorsam onu yap. İnsanın temizlikten hoşlanması için kendini bir şey sanması gerekmez."
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.