Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Nefsin diyor ki;
Kalp akla tabi olursa o vakit ben hükümran olurdum insana,yalnızca beni dinler, benim emirlerime itaat ederdi. İlla ki aklı tabi olursa kalbine o vakit ben varsam da yok gibiydim. Söylesem de işitmezdi.
Sonra mechul bir düşmanıyla kavga ediyormuş gibi hırçın bir sesle devam etti: “Dünyada sizden, yani bütün erkeklerden niçin bu kadar nefret ediyorum biliyor musunuz? Sırf böyle en tabii hakklarıymış gibi insanlardan bir çok şeyler istedikleri için… Beni yanlış anlamayın, bu taleplerin muhakkak söz haline gelmesi şart değil… Erkeklerin öyle bir bakışları, öyle bir gülüşleri, ellerini kaldırışları, hülasa kadınlara öyle bir muamele edişleri var ki… Kendilerine ne kadar fazla ve ne kadar aptalca güvendiklerini fark etmemek için kör olmak lazım. Her hangi bir şekilde talepleri reddedildiği zaman düştükleri şaşkınlığı görmek, küstahça gururlarını anlamak için kafidir. Kendilerini daima bir avcı, bizi zavallı bir av olarak düşünmekten asla vazgeçmiyorlar. Bizim vazifemiz sadece tabi olmak, itaat etmek, istenilen şeyleri vermek… Biz isteyemeyiz, kendiliğimizden bir şey vermeyiz… Ben bu ahmakça ve küstahça erkek gururundan tiksiniyorum. Anlıyor musunuz? Sizinle bunun için dost ola bileceğimizi zannediyorum. Çünkü halinizde o manasız kendine güvenme yok… Fakat bilmem… Ne kuzuların ağzından vahşi kurt dişlerinin sırıttığını gördüm…”
Reklam
"Yüz vermeseydin bari, haspam umutlanmıştır seni görünce." "Yok dedim ki benim başım bağlı, Ateş'le evleneceğiz tabi beni Pusat'la aldatmazsa."
GAYB MESELESİ
Gaybı Allah bilir ama Nur Risaleleri'nden yaptığımız bu alıntılardan, evliyanın gaybı bildiği sonucu çıkmaktadır.(Hâşâ) Nitekim bu kanaat Nur Risaleleri'nde açık olarak belirtilmiştir: Madem Hz. Ali (R.A.) "ene medînetu'l-'ilmi ve 'aliyyun babuha" hadisine mazhardır. Hem madem Şah-ı Velayet ünvanını alarak
Sayfa 216 - Süleymaniye vakfıKitabı okuyor
"Sen şimdi bunu biliyorsun ve Kumru'nun o kadınla aynı eve gitmesine engel olmak istediğimde beni tuttun, öyle mi abi?" diye sordu Uraz burnundan soluyarak. "Tuttum tabi. Oğlum bunu kızın babası da biliyor, teyzesi de biliyor, hepsi biliyor. Kızın kendisi de öğrenecek, belki de ögrendi bile! Bak anlasana şunu, sen ben biz kimiz ki? Bizim bu hikayedeki yerimiz ne?" diye sordu Araz sigarasını küllüğe bastırırken. "Kumru benim..'' dedi ve durdu Uraz. "Senin ne?" "Benim... değer verdiğim...bir arkadaşım." deyiverdi sadece. Araz pencereyi kapattı ve Uraz'ın yanına oturdu. "Ne kadar değer verdiğin?" diye sordu sessiz bir sesle. "Neyi merak ediyorsun abi? Açık açık sor." Araz sinirle gülümsedi, Uraz'ın bu agresif halleri ona kendi gençliğini hatırlatıyordu. Onda kendini görüyordu. "Bak bir yıldır her gün hastanedeydin. Bana hiçbir zaman açık açık Kumru'nun sendeki yerini anlatmadın. Bu kız senin için ne? Siz bu kızla birbirinizi ne kadar tanıdınız? Olsa olsa iki hafta, hadi bilemedin üç hafta desen birbirinizi ne kadar tanımış olabilirsiniz ki?"
Tabi beni reddebilirdi, ama kabul görmüş bir kardeştense reddedilmiş bir aşık olmayı yeğlerdim.
Reklam
Babam, ben daha küçükken öldü. Evde annemle ikimiz kaldık. Annem, tabi olmaya, itaat etmeye alışmış olan kadınlığın adeta bir timsaliydi. Hayatta yalnız yürümek itiyadını kaybetmiş, daha doğrusu bu itiyadı asla kazanmamıştı. Yedi yaşında olduğum halde onu ben idare etmeye başladım. Ona ben metanet tavsiye ettim, akıl öğrettim, destek oldum. Böylece erkek tahakkümü görmeden, yani tabii olarak büyüdüm. Mektepte kız arkadaşlarımın miskinliği, emelleri beni daima tiksindirdi. Hiçbir şeyi, kendimi erkeklere beğendirmek için öğrenmedim. Hiçbir zaman erkeklerin önünde kızarmadım ve onlardan bir iltifat beklemedim. Bu hal beni müthiş bir yalnızlığa mahküm etti. Kız arkadaşlarım benimle ahbaplık etmeyi və fikirlerimi kabul etmeyi zevklerine ve rahatlarına aykırı buldular. Hoş tutulan bir oyuncak olmak, onlara insan olmaktan daha kolay ve cazip geliyordu. Erkeklerle de arkadaş olmadım. Aradıkları yumuşak lokmayı bende bulamayınca müsavi kuvvetlerle karşı karşıya gelmektense kaçmayı tercih ettiler. O zaman erkek azminin ve kuvvetinin ne olduğunu gayet iyi anladım; dünyada hiçbir mahluk bu kadar kolay muvaffakiyetler peşinde koşmaz ve hiçbir mahluk bir erkek kadar hodbin, kendini beğenmiş ve nahvetli, fakat aynı zamanda korkak ve rahatına düşkün değildir. Bir kere bunları fark ettikten sonra erkekleri sahiden sevebilmem imkânsızdı.
Sayfa 94
Bir gün İmâm Mâlik rahimehullah yolda giderken, Ebu'l-Cüveyriye isminde Mürcielikle itham edilen bir adam arkasına takıldı ve: -Ey imam! Seninle tartışacağım ve görüşümü ortaya koyacağım bir şeyi benden dinler misin? Eğer doğru olur- sa kabul edersin, dedi. Bunun üzerine İmâm Mâlik adama: -Eğer sen beni yenersen ne olur, dedi. Adam: -Bana tâbi olursun. -Peki, ben yenersem ne olur? -O zaman da ben sana tâbi olurum. -Şayet (üçüncü) bir adam gelse, onunla konuşsak, o da ikimizi birden yense, (o zaman ne olur?) -Beraberce onun görüşüne tâbi oluruz. Bu konuşmanın ardından İmâm Mâlik adama şöyle dedi: "Ey adam! Allâh, Muhammed aleyhisselam'ı tek bir din ile göndermiştir. Ama görüyorum ki sen sürekli görüş değiştiriyorsun/daldan dala atlıyorsun."
Tertibü'l-Medarik, 1/170Kitabı okudu
Bütün çekingenliklerim yok olmuştu. Bu kadının karşısında her şeyimi ortaya dökmek, bütün iyi ve fena, kuvvetli ve zayıf taraflarımla, en küçük bir noktayı bile saklamadan, çırçıplak ruhumu onun önüne sermek için sabırsızlanıyordum. Ona söyleyecek ne kadar çok şeylerim vardı... Bunların, bütün ömrümce konuşsam bitmeyeceğini sanıyordum. Çünkü bütün ömrümce susmuş, zihnimden geçen her şey için: "Adam sen de, söyleyip de ne olacak sanki?" demiştim. Eskiden her insan hakkında, hiçbir esasa dayanmadan, sırf mukavemet edilmez bir hissin, bir peşin hükmün tesiriyle nasıl: "Bu beni anlamaz!" demişsem, bu sefer bu kadın için, gene hiçbir esasa dayanmadan, fakat o yanılmaz ilk hisse tabi olarak: "İşte bu beni anlar!" diyordum...
Sayfa 83
"Peki, ya sonra? Kendini suçlu hissettin ve bu yüzden beni takip ederek benimle tanışmayı, belki çiftlikte bana yardımcı olmayı mı hedefledin? Sanki bu her şeyi telafi edebilirmiş gibi" Wolf yüzünü buruşturdu. "Tabi ki hayır. Senin yakınlarında olmanın bir tür intihar anlamına geldiğini biliyordum, çünkü Rieux'dan ayrılmadığım sürece önünde sonunda beni bulurlardı. Ama ben... Ama sen..." ifade edemediği kelimeler karşısında sinirlenmiş göründü. "Sadece, sırtımı dönüp gidemedim işte."
Artemis YayınlarıKitabı okudu
Reklam
Nur risaleleri'nin kaynağı
Nurşin'de bir müddet kaldıktan sonra Hizan'a döndü. Sonra medrese hayatını terkederek pederinin yanına geldi ve bahara kadar evde kaldı. O sırada şöyle bir rüya görür: Kıyamet kopmuş, kâinat yeniden dirilmiş. Molla Said, Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmı nasıl ziyaret edebileceğini düşünür. Nihayet sırat köprü sünün başına gidip durmak
Sayfa 31 - Süleymaniye vakfıKitabı okuyor
Cüneyd (ra.) sekiz Peygamber'e (a.s.) tabi olarak tasavvuffin temeli sekiz haslettir, diyor. 1- Sûfi sehâ (ve cömertlikte) İbrahim'e tabi olur. Çünkü O, cömertlik konusunda oğlunu kurban edecek bir dereceye ulaşmıştır. 2- Rızada İsmail'e uyar. Zira Allah'ın emrine rıza göstererek, aziz canını feda etmeye hazır olduğunu söylemişti. 3- Sabr hususunda Eyyûb'a uyar. Çünkü O, yaralarının kurtlanması belasına sabretmişti. 4- İşarette Zekeriya'ya uyar. Çünkü Hakk Taâlâ O'nun için: "Rabbına gizli bir nida ile niyazda bulunduğu zaman..." (Meryem, 19/3), buyurmuştur. 5- Gurbette Yahya'ya tabi olur. Çünkü o vatanında garip (ve yalnız) idi, kavmi arasında kavminden garip idi. 6- Seyahatta (ve gezgincilikte) İsa'ya tabi olur. Çünkü O, her şeyden tecerrüd ederek seyahat ederdi, o derecede ki, bir bardak (tas)la bir taraktan başka bir şeye sahip olmazdı. Bir şahsın, avuçları ile su içtiğini gördüğü zaman bardağını atmış, diğer bir şahsın parmakları ile saçlarını düzelttiğine şahit olunca da tarağını fırlatmıştı. 7- Sûf ve yün giyme de Musa'ya tabi olur. Zira O'nun bütün elbiseleri sûf idi. 8- Fakrda Muhammed'e (s.a.v) tabi olur. Aziz ve Celil olan Allah, yeryüzündeki bütün hazinelerin anahtarlarını ona göndererek, "Kendini sıkıntıya sokma, bu hazinelerden güzel güzel faydalan", dediği halde o şöyle demişti: "İstemem ya ilâhî, beni bir gün doyur, iki gün aç bırak".
Bir evim ve o evde beni bekleyen hem bana eş ve bana tabi, kaldırıp götüreceğim, taşıma emaneti bana verilmiş bir varlık var, sorumluluğum var. O da şaşkın ve çaresiz, o da ihtiyacını keşfetmek için çır çır çırpınıyor. İhtiyacına onu ben vasıl edebilir, hiç değilse yola kılavuzlayabilirim, bu sebeple eş olduk, diye düşünüp koşar adım eve içinde en gizli ve sessiz benliğin, "Yine riyaya binek mi oldun, ne oldun," deyişini de duyarak varla yok arası tökezleyerek seğirtti.
Sayfa 43 - İletişim yayınları
“ Bizim kavuşmamız binde bir ihtimal , hiç beni beklemesin “ demişsin . Yapma gözünü seveyim Muazzez. Nezaket göstermişsin , Allah razı olsun tabi ama , hiç gerek yok böyle şeylere. Beklemek ne demek , ben seni beklemek için salonun kapısına “ bekleme odası “ yazmışım , elime dergiler almışım , her an sıra bana gelir de seslenirsin diye diken üstünde oturuyorum.
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.