Taha Akyol
Kral değil kural… Kuvvetler ayrılığına, denetim ve denge esaslarına dayalı modern hukuk devleti.
Taha Akyol
Tarih de şahittir ki uzun süreli iktidarlar koltuğa yapışıyorlar. Devletin uçsuz bucaksız yetkilerine alışıyorlar. Kemalizm’in önde gelen yazarlarından Yakup Kadri Karaosmanoğlu “Panorama” adlı mutlaka okunması gereken romanında, Milli Mücadele heyecanıyla yola çıkmış olanların “Devlet Partisi”nin uzun iktidar yıllarında nasıl bozulduğunu anlatır. Bütün siyasi hayat, “Şef’in gözüne girmek”ten ibarettir, çünkü insanlara mevki makam veren, onları milletvekili yapan odur. “O kadar ileri inkılapçılıkla tanınmış bu eski vali”yi, “lök gibi yerinde oturan belediye başkanını”, arsa spekülatörlerini, kodamanların şatafatını anlatır. Okurken, Namık Kemal’in feryadını hatırlamıştım: “Geldik vatan kavgasına / Düştük rütbe yağmasına!” Bugün Panorama’yı okuyanlar, “mücahitler müteahhit oldu” sözünü hatırlamadan edemezler. “Sırtını devlete dayayan siyaset”in yandaşlarına nimet dağıtması ve kitlelerin buna tepkisi…
Reklam
Sabahattin Ali şöyle anlatıyor: "Köylü verdiğine mukabil ne alır? Yolunu kendi yapmaya mecburdur, sokakları zavallı talihinden daha karanlıktır ve mektep, yüz köyün birinde bile yoktur. Candarma oralara asayişten ziyade vergi tahsilini temin için gider. Kendimizi aldatmayalım, köylü mütemadiyen vermiş, buna mukabil hiçbir şey almamıştır... İhtimal, vicdanınızın sadasını duymamak için 'Köylü efendimizdir' gibi cümleler güzel morfindir. Fakat hiçbir cümle hakikati değiştirmek iktidarında değildir!" Bu başarısızlık yüzünden, Türkiye, "Avrupa ve Ortadoğu 'da köylülüğün kalesi olan bir ülkedir ve azalmasına rağmen 1980'lerin ortalarında bile köylülük nüfusun hâlâ mutlak çoğunluğunu oluşturuyordu."
Taha Akyol
“Kibir hastalığı” sözünün siyaset bilimindeki karşılığı “güç zehirlenmesi”dir. Bu konuda David Owen’in “Hubris Syndrome” adlı kitabı vardır. Bush ve Blair’deki güç zehirlenmesinin onları Irak savaşına sürüklediğini anlatır. Halbuki güçleri, hayallerindeki sonucu almaya yeterli değildi.
176 syf.
·
Puan vermedi
·
4 günde okudu
"Her zaman diğer tarafı dinlemek gerekir ki insanları değiştiren şey budur." İlber Ortaylı ile gazeteci, yazar Taha Akyol'un söyleşilerinin bir araya getirilmesiyle oluşturulan Osmanlı Mirası 12 bölümden oluşuyor. İlber Ortaylı'nın ailesinden, eğitiminden, tarih alanındaki yatkınlığından bahsedilip daha sonra diğer konulara geçiş yapılıyor. Osmanlı'da Ermeniler'in, Yahudi toplumunun, milli mücadele döneminde hanedan ailesinin tutumunun, Osmanlı'da modernleşme çabalarının ve Milliyetçilik akımının yaygınlaşmasının, İstanbul'un fethinin önemi ve Fatih'in kişiliği, Enderun mektebinin özellikleri, Anadolu'daki Türklerin durumunun üzerinde duruyorlar her bölümde. Özellikle Ermeniler ve Yahudiler üzerinde anlattıkları çok önemli bence İlber Hoca'nın. Özellikle devlet geleneğinin devam etmesi üzerinde durması çok önemli Ortaylı'nın. Bu gelenek ile yurt dışında saygın konumdayız ve geçmişimizle ne kadar gurur duysak az kalır. Tabi ki hatalar da olmuştur fakat bunları da görmezden gelemeyiz. Keyifli bir söyleşinin kitaplaşmış halini okumak da çok keyifliydi. Bol bol altını çizdiğim cümleler oldu yine. Sıkılmadan okunabilir bir kitap olmuş. Tarih meraklılarına tavsiye edebilirim fakat anlatılan konularda derinlemesine bilgi sahibi olmak için daha başka kaynaklara da yönelip bol araştırmak yapmak gerekir. "Türkiye'nin kendisinin bile farkında olmadığı bir özelliği vardır. Sevilen veya sevilmeyen bir ülke olmak önemli değildir. Türkiye dünyanın büyük bir kısmında saygı duyulan bir memlekettir ki bu da gelenekten ileri gelir."
Osmanlı Mirası
Osmanlı MirasıTaha Akyol · Timaş Yayınları · 2017176 okunma
III. Ahmet bir hattat olarak, okumaktan çok yazan bir padişahtır; hatta yarı zamanlı padişahlık yapmıştır bile denebilir, asıl işi hat sanatıdır.
Sayfa 160Kitabı okudu
Reklam
Fatih Sultan Mehmet bir Rönesans entelektüeliydi. Rönesans'ın otodidakt, yani kendi kendini yetiştiren, imkânlarını kullanmanın yanı sıra bunları zorlayan, çok renkli bir entelektüel portresi. Batıdaki Rönesans tipi entelektüeller o dönemde Latince ve Yunanca öğrenmeye başlamışlar. Rotterdam'lı Erasmus gibi İbranca bilenler var. Bunların en tipiklerinden biri Heretik bir İbranca uzmanı olan, İtalyalı Giovanni Pico della Mirandola'dır. Fakat bu kişiler Arapça, Farsça ya da Slav dillerini bilmezler. Halbuki Fatih Yunanca ve İtalyancayı bilmenin yanı sıra, Farsça ve Arapça kalem oynatıyor. Bu dillerin edebiyatına vakıf. Bugün hem çini bilip hem Çin porseleni toplayan hem de Yunan, Roma heykellerine ilgi duyan bir entelektüel var mı? Fakat ilginçtir, bu konularda reaksiyoner biri olan II. Bayezit, Fatih'in topladığı bu eserlerin hepsini gönderiyor, satışa çıkarıyor.
Sayfa 152Kitabı okudu
Her zaman diğer tarafı dinlemek gerekir ki insanları değiştiren şey budur.
Sayfa 129Kitabı okudu
Türkiye'nin kendisinin bile farkında olmadığı bir özelliği vardır. Sevilen veya sevilmeyen bir ülke olmak önemli değildir. Türkiye dünyanın büyük bir kısmında saygı duyulan bir memlekettir ki bu da gelenekten ileri gelir.
Sayfa 124Kitabı okudu
Kimlik bunalımlarına düşmememiz, bu sorunları halletmemiz gerekir; çünkü en önemlisi odur. Bu mesele de cebirle halledilmez, başka tedbirler gerekir. Şunu unutmamamız lazım: Fransa'da herkes Fransız, İngiltere'de herkes İngiliz'dir, monarşisti de, liberali de, komünisti de, sosyalisti de İngiliz'dir. Hiç olmazsa birbirleriyle nasıl selamlaşacaklarını, geçinecekleri bilirler ki biz bugün Türkiye'de bunu bilmiyoruz. Bu parçalanmanın, bu şizofrenin sona ermesi lazım.
Sayfa 118Kitabı okudu
Reklam
21. yüzyıla gayet dinamik ve nispeten iyi eğitilmiş, genç bir nüfusla giriyoruz. En kıymetli unsur olan gençliği harcamamak, gençleri dikkatle yetiştirmek ve değerlendirmek zorundayız. Bu gençleri sanayiye göre yetiştirmek ve ittifaklarımızı iyi seçmek zorundayız.
Sayfa 117Kitabı okudu
Osmanlı'da eğitimin modernleştirilmesi 19. yüzyıldan sonra başarılmış, hiçbir zaman Batı Avrupa düzeyine yükselmese de, çok önemli bazı isimler bu dönemde yetişmiştir. Tanzimat'la, dolayısıyla devlet tarafından başlatılan modernleşme hareketlerinden biridir bu. Çanakkale ve Birinci Dünya Savaşı gibi milli tarihimizi ören destanlar, bu nesillerin yitirilmesi dolayısıyla bir felaket niteliği de kazanır. Eğer bu kayıplar olmasaydı, Cumhuriyet'e çok daha geniş ve çok daha nitelikli aydınlarla girecektik. Mesela, Sıddık Sami Onar hocanın hatıratına baktığımızda, Mercan İdadisi'nden yedek subay olarak harbe gittiklerini görüyoruz. Savaştan döndüklerinde, daha liseyi bitirmemiş olmalarına rağmen, öğrenci yokluğundan dolayı, doğrudan üniversiteye gönderiyorlar. Yurtlar, sınıflar, okullar boşalmış, memleketin pırıl pırıl evlatları gitmiş, Darülfünunlara gidecek insan kalmamış. Cumhuriyet, oldukça fakir bir memlekette, bu şartlarda yola çıkıyor ve büyük bir kültür reformu yapılıyor. Bir yandan büyük reformlar yapılıyor ve büyük bir açılım sağlanıyor, bir yandan da bazı kopukluklar ortaya çıkıyor.
Sayfa 111Kitabı okudu
Laikleşme çabasının kökleri eskidir, fakat gelişme yavaştır. Cumhuriyet'te ise, kördüğüm haline gelmiş meseleler radikal reformlar ve devrimlerle halledilmiştir. Tabii ki bunu ancak büyük kültür adamları, büyük reformcular ve devlet adamları yapabilir. Çoğul kullandığıma bakmayın, çoğu zaman bunu başaran tek bir kişidir. O kişi de Gazi Mustafa Kemal Paşa, yani Atatürk'tür. Bazı hallerde, maalesef büyük devlet adamlarının, büyük reformcuların sayısı çok değildir. Aldıkları radikal kararlarla çevreleri daralır ve tek başlarına yürümek durumunda kalırlar.
Sayfa 109Kitabı okudu
Cumhuriyet doğrudan doğruya devlet geleneğini çok iyi kullanan ve kendileri de o geleneğin içinden çıkan insanların yarattığı bir inkılaptır. İnkılapların geleneği bir ölçüde eski toplumdan gelir. Bunun böyle olduğu gayet açıktır, ama o şartları iyi kullanmak da bir deha ister ve inkılapları dahiler yapar.
William Palgrave'in İngilizce bir seyahatnamesi var. Bu seyahatname kendi döneminde o kadar önemlidir ki, yayımlanır yayımlanmaz Fransızcaya çevrilmiştir. Palgrave 19. yüzyılda Arabistan'daki kabilelerin sapkın inançlarıyla neredeyse putperestliğe vardıklarını olağanüstü bir biçimde anlatıyor ve Vahhabilik hareketinin buna tepki olarak nasıl başladığını ve geliştiğini izah ediyor. Aslında bu kitap Vahhabiliği eleştirmek için yazılmış değildir; etkili, akıllı, oryantalist bir seyyahın gözlemlerinden oluşan bir seyahatnamedir.