Goguryeo Kralı PYEONGGANG zamanında komik görünümlü ama iyi kalpli Ondal adında bir adam yasardı. Olabildiğince fakir olan bu adam kör annesi için yiyecek dilenirdi. Yırtık ayakkabı ve paçavralarıyla etrafta dolanırdı. Bu yüzden herkes ona Aptal Ondal dedi.
Bütün bunlar olup biterken, Kral PYEONGGANG’in çok ağlayan bir kızı oldu. Kral da ona
Geceyarısı gelip üstümdeki örtüyü çeker, yüzüme vurup olanca ağırlığıyla üstüme çullanırdı. Gözlerimi kapatıp bedenimi ona bırakırdım. Haz, acı, hiçbir şey hissetmeden orada öylece yatardım. Bir tahta parçası, çıkarıp atılmış bir çorap ya da ayakkabı gibi cansız, ölü bir beden... Bir gece bedeni eskisinden daha ağır geldi; soluğu da farklı kokuyordu. Gözlerimi açtım, karşımdaki yüz Beyumi'nin yüzü değildi...
Yüzyıl sona ererken hepsini silip süpürecek kanlı bir devrim gecesi geliyordu gözlerinin önüne. Evet, ellerinden kurtulan, dizginlerini kıran halk bir akşam işte böyle yollara dökülecek, kentsoyluların kanı dereler gibi akacak, halk kesik kafalarını mızrakların ucunda gezdirecek, kırılmış çekmecelerden çıkan altınlar sokaklara saçılacaktı. Kadınlar uluyacak, erkekler şimdiki gibi önlerine çıkanı parçalamak üzere ileri uzatacaklardı kurt çenesine benzeyen çenelerini. Evet, aynı partal giysiler, aynı tahta ayakkabı takırtıları, aynı korkunç kalabalık yollara düşecek, açlıktan soluğu kokan aynı leş gibi insanlar kabına sığmayan yırtıcı bir taşkınlıkla eski dünyayı silip süpürecekti. Dört bir yandan alevler yükselecek, taş üstünde taş kalmayacak, yoksulların bir gecede bütün kadınları kirletip zengin kilerlerini boşaltacağı şehvet ve yemek şöleninden sonra ilk insanlar gibi ormanlarda yaşanmaya başlanacaktı. Belki yeni bir dünya fışkırana dek ne servet, ne de atadan kalma soy sop olacaktı. Evet, doğal bir güç halinde işte bunlar geçiyordu yoldan ve onlar bunun korkunç esintisini yüzlerinde hissediyorlardı.
Antikythera Düzeneği
1900 yılının Nisan ayında bir grup Yunan sünger dalgıcı
Antikytera adası yakınında dalış yaptılar. Bu dalgıç gurubunun
üyelerinden, Elias Stadiatos Yunanistan‘da Antikythera adlı
küçük bir adanın yakınlarında, eski çağlardan kalma bir batık
keşfetti. Bu yaklaşık MÖ. 87 yılında batmış bir yük gemisiydi.
Denizin dibinde, batığın çevresine saçılmış heykeller, süngerciyi çok etkilemişti. Geminin taşıdığı yükler arasında, mücevherler, çömlekler, mobilyalar, bronz eşyalar ve amforalar dolusu
şarap vardı.
MÖ 1. yüzyılda yaşayan insanlar için lüks tüketim malları
taşıyan bir gemiydi bu. Batıktan çıkarılanlar arasındaki en değerli bulgu, içinde tuzlu suyun etkisiyle bozulmuş, ezilerek iç içe
geçmiş çarklar bulunan tahta bir kutucuktu. Yaklaşık bir ayakkabı kutusu büyüklüğündeki bu kutunun içinde, bir tür mekanik
düzenek bulunuyordu. Batığın bulunduğu yıllarda, ahşap buluntuları korumaya yarayan yöntemler henüz olmadığından, kutu
çıkarıldıktan kısa bir süre sonra bozularak yok oldu"
Yüzümü yüzüne, bedenimi bedenine edilgen bir biçimde, hiç direnmeden, hareket bile etmeden, çürük bir tahta parçası, öylece atılmış eski püskü bir eşya, iskemle altında unutulmuş bir çift ayakkabı gibi, canı çekilmişçesine bıraktım.
Yağmur hep karla karışık yağıyordu. Buz tutmaya başlamıştı ama üzerimizdeki giysiler ince kumaştandı -iç çamaşırı, gömlek, çorapsız tahta ayakkabı ve başımızda bez bere. Böyle bir durum da, yeterli beslenme olmadan her gün sırılsıklam olup donduğun zaman, bizim için ölümden başka çıkış yolu yok gibi geliyordu...
Dışarıda çalışan bütün takımlarda Muselmann’lığm [das Muselmanntum] giderek daha fazla yaygınlaştığı dönem böyle başlamıştı. Herkes Muselmann Vardan nefret ediyordu;
Muselmann’m en yakın arkadaşı bile... Duyuları köreliyor ve etrafındaki her şeye olan ilgisini tamamen kaybediyordu. Artık hiçbir şey konuşamıyordu; dua bile edemiyordu, ne de olsa artık cennete veya cehenneme inanmıyordu. Artık evini, ailesini, kamp taki diğer insanları düşünmüyordu.
Neredeyse bütün Muselmann 7ar kampta öldü; sadece çok Küçük çiğ biryüzdesi bu durumun dışına çıkmayı başarabildi. Şansları ya da Tanrı’nın lütfü sayesinde bazıları kurtuldu. Kendimi bu durumdan nasıl çıkarabildiğimi ancak böyle ifade edebiliyorum...