Batı medeniyeti iki yüzlü bir madeni para gibidir! Parlak ve aydınlık bir yüz ve çirkin bir yüz. Parlak yüz onun bilimsel ve maddi ilerlemeleri ve bu başarıları insan yaşamını geliştirmek için kullanma yetisidir. Öte yandan çirkin yüzü, barışı bilinçli bir biçimde takip etmedeki başarısızlığıdır. Bu başarısızlık onun barış ve gelişim için harcayacağı para ve enerjinin birkaç katını yıkım araçlarına harcamaya ve savaş hazırlığına zorlar.
İkincil olarak söz edilmesi gereken noktalardan birisi de, katılımcıların Erzurum'un ruhani kimliğine yaptıkları vurgudur. Paylaşılmış kabulün ("Buranın inanmışlığı taşında toprağında var")
a priori oluşu, "Erzurum ruhani bir yer miydi?" sorusunu gündeme getirmektedir. Dışarıdan gelenlerin gözünde Erzurum, ruhani çekiciliği pek görülmeyen, boz dağların ortasına son derece modemist bir planla dikilivermiş, Anadolu şehirlerinin pek çoğunda görülen işlevsel mekan konfigürasyonunu takip eden bir iş merkezi yaratma mantığıyla yukarıdan aşağıya
planlanmış birbirine paralel üç gelişme çizgisinin şekillendirdiği bir şehirdir. Görüşülen kişiler, bu modemist plana sahip çıkamamanın kaygısını da taşımaktadırlar. 1950'lerde DP il başkanı bir ailenin üç ana akstan birini bozan müdahaleleri, son
derece kuvvetli bir yergi tonuyla anılmaktadır.
Bu üç ana aks hakkında kısaca bilgi verelim: Mumcu caddesi (küçük esnaf aksı); Hastaneler/Paşalar caddesi (devlet aksı); Adnan Menderes caddesi (en son tamamlanan aks; bir sene önce nihai şeklini almıştır; yeraltı otoparkının, gelişimin, değişimin, Migros'un, hızlı ve modem hareketin aksıdır). Bu mekansal akslar elbette henüz sınırları kesin çizilmiş ya da birbirini dışlayan nitelikte değillerdir ve geçişkendirler. Üçünün değeri de, Cumhuriyet caddesine ulaşmalarından gelir. Anthony King, bunu toponymy kavramıyla açıklamakta ve bunun Türkiye' de kentlerin kimliklerini anlamak konusunda çalışılması gereken bir konu olduğunun altını çizmektedir (2004). Toponymy konusunda Erzurum kadar verimli bir şehir bulmak
zordur.