Bir de Baktım Yoksun, hem Haldun Taner Öykü Ödülü’ne hem de Yunus Nadi Öykü Ödülü'ne layık bulunmuştur.
Eserin kahramanları Yekta, Melek, Faruk vs. kişilerdir. Eserin ana kahramanı Yektadır. Olaylar onun etrafında gelişir. Bir nevi olayları yaşar ve düşüncelerini aktaran kişidir.
Eserin konusu baba oğul ilişkisidir. Babasının ölümünden sonra yaşadığı boşluğu, ruhunda açılan yaraları, sitemleri, özlemi dile getirmiştir. Önceki eserlerinden birinde de baba temasına değinmiştir : Aile Çay Bahçesi.
Eserin olay örgüsü Goncagül adlı kedinin kaybolması ve Yeşil Ev adlı mekana gidip kediyi ararken çocukluk anılarını hatırlayıp babasının hayali ile konuşması ile olaylar başlar.
Eserde mekanlar Yeşil Ev, Sacayağı Sokağı, Şişli, Taksim, İstiklal, Beşiktaş vs. mekanlardır.
Eserde dil ve anlatım sade ve yalın bir dil kullanılmıştır. Hayal unsurlarına yer verilmiştir. Örneğin; babasının hayali ile konuşması.
Eseri beğendim. Ama bazı yerlerde hayal miydi gerçek miydi diye bana sorular sordurdu. Bu yüzden kopukluklar yaşadım. " İyi Uykular " adlı son kısımdaki öyküyü daha çok beğendim. Çünkü babası hakkında düşünceleri beni etkiledi ve duygulandırdı. Eseri tavsiye ederim.
Dünyanın en geri zekalı uygulaması dışarıda sosyal hayatın kısıtlanması olabilir mi? Kadın ile erkeğin yan yana gelmesine tahammül edilemeyen bir toplumsal yapı. Memleketi bir bok çukuruna dönüştürmek istiyorlar.
Ah İstanbul; yedi tepesi oynak fahişe, eski bir ozanın da dediği gibi, sen kanla yazılmış ve ancak kan ile çözülebilecek bir meseleler yığınıydın, dün, bugün ve yarın da öyle kalacaksın...
"Filler hikayesi gibi bu memleket. File dokunan körler hayvanın neresini ellerse öyle tanımlar ellediklerini. Bu, hayvanın dokunduğun yerine göre bir balta sapı olabilir halbuki tenasül organıdır. Hortumunu okşarsın nargile olur, kulaklarını ellersin yelpaze sanırsın. Fili okşayan körlerin hiçbiri anlayamaz neye benzediğini hayvanın. İşte biz de tüm şu olup bitenlere fili elleriyle yoklayan körler gibi bakıyoruz çocuk."
Zaman kaybı. Kapaktaki övgüler ve "aman şöyle, yok efendim böyle"lerin ötesinde, gereksiz derecede küfre ve belaltına bulanmış sayfalar yığını yani. Kapakta Dede Korkut Hikayeleri'nden bahsedilmiş, ancak sadece "Yerli kara dağların yıkılmasın, gölgelice kaba ağacın kesilmesin..." kısmı gözüme çarptı Dede Korkut Hikayeleri'ne dair. Göz boyama şekli yani.
Ağaç demişken, kitabın isminden zaten bazılarımız, kitabın konusunun ne olduğunu bulabilirler. Ben çok uğraştırmadan söyleyeyim size. Gezi Parkı eylemlerinin olduğu dönem ile yüz yıl öncesinin harmanlandığı bir kurgu var kitapta, ki bu fikir bana oldukça parlak gelmişti ilk başta. Lakin iş, konuyu işlemeye gelince işler zıvanadan çıkıyor. Kitapta gayet tek taraflı bir anlatım var ve bir taraf iyilik meleği, diğer taraf şeytanın osuruğu gibi gösterilmiş. Tarihten örnek verirken tüm halklara hak verip, barış kardeşlik mesajları döşenen yazar, ne hikmetse aynı sağduyuyu, emir alıp bunu uygulamak durumunda olan polis teşkilatı için göstermemiş ve polisi nasıl aşağılayacağını bilememiş. Bu tip zihniyet, bu olayların olduğu dönemde de ortaya çıktı ve halk, kapı komşusu, akrabası, arkadaşı olan polislere düşman oldu. Sonuç ne oldu peki? Polisi kötü bildiniz, polis sizi kötü bildi. Birbirinizi kırdınız, sizi karşı karşıya getirenler ellerini ovuşturarak ve pis pis sırıtarak bu sahneyi seyre daldılar. Yani filler tepişti çimenler ezildi.
Çok da fazla bir şey söylememe gerek yok. Kitabı beğenmedim, edebi değeri zaten yok, yanlılığı da üste tuz biber oldu. Tavsiye etmiyorum.
Taksim BahçesiMurat Arda · Beyaz Baykuş Yayınları · 201710 okunma
Rahime
Hikaye Adı : Hasbihal
Link: #30283955
Gri takım elbise, beyaz gömlek, siyah kravat... Üstüme palto, altıma iskarpin... Elimde şemsiyem, kelimi örten şapkam... Bu vaziyet çıktım dışarıya. İçimde karışık duygularla, adımlarım bir birine dolaşa dolaşa yürümeye başladım. Her
RAŞİT RIZA: “AKTÖR TAŞI ÇATLATIP ÇIKAN BİR AĞAÇ GİBİDİR”
Raşit Rıza Samako (1890-1961)
Kaç bin alkış, gözyaşı ucu
Sarmaş dolaş arkadaşlık papucu
Aynaların bu kaçıncı öpüşü
Bu gece mi bu yağmurun yağışı?
Bir oyuncu geçiyor iki büklüm, sus
Yaşadığı günlerin doruklarından.
Kala kala bir yağmur gözlerinde kalan, Aynalarca uykusuz.
Sene 1935.
Bizim fabrikada bir patron vardı. Bütün işçiler ona bey diyordu. Güzel giyinip güzel kokular sürünüyordu. Fabrikanın tam ortasından geçişini bir görseniz, ciğerlerimizi mahfeden o deri kokusunu bıçak gibi kesiyor, her yer çiçek kokmaya başlıyor. Bildiğiniz deri fabrikası oluyor gül bahçesi. Ama bu güzel kokulu, yakışıklı patronumuz her zamanki