İnanmak ve kandırılmak üzerine, çoğunluğu dialoglardan oluşan, tiyatroya uyarlamaya bihayli uygun, trajikomik bir hikâye.
Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın güzel üslubuyla hızlıca okunması mümkün. Karşılıklı konuşmaların ahengi tam yerinde, dahası komik de. Kişilerin aksaanlarının birebir oturmuş olması, onları kolayca hayal etmemizi sağlıyor.
Efsuncu Babanın etrafını saran muamma dolu gizem bulutu, okudukça tanıdık geliyor aslında. Halen günümüzde de, aklın ve inancın birbirine girift halde olamadığını görüyoruz. Ya ilmen kaslıyız yada itikaden fazla rehavet içindeyiz. O kadar suistimale maruz kalıyoruz ki, bu hikâyede olduğu gibi ağlancak halimize gülüyoruz. Oysa ki ihtiyacımız olan gerçek bilgi ve kaliteli eğitimin ta kendisi. Hem maddi hem de manevi dünyanın içinde yaşamaya mecbursak, ki öyleyiz, iki kısmı da içine alacak doğru bir dünyanın içinde olmamız gerekmez mi? Gerçi bireysel anlamda eğitim ve vicdanla bu işi çözemeyeceğini anlayan batı medeniyeti, işi sistemsel olarak çözmüşse de, o sistemi kuracak da insan. Hele halihazırda asırlardır kullanılmayı bekleyen kaynakların kıymetini bilmememiz anlaşılır gibi değil doğrusu.
Ne diyelim, en iyisi mi gelin bizi kitaplar efsunlasın. İzin verin aklımızı da vicdanımımızı da ele geçirsinler. Bize sadece onların kötülüğü dokunsun, sadece onların, tabi ki varsa...