Yazarın ifadesiyle “Seneler boyunca kitaplarımla bir yapı, bir heykel inşa edip durdum. Hatta İsa’ya Göre İncil’e dek, bu yapıda, ya da heykelde, mesleğin bahşettiği malzemeyi, yani benim durumumda sözcükleri kullanarak harekete geçmenin, inşa etmenin ve yaratmanın değerini bilen birinin güven ve tatmin duygusuyla çalışmaktaydım. Ta ki bir gün,
Sayfa 22 - Kırmızı Kedi YayıneviKitabı okuyacak
‌"Stoacılar Felsefeyi üçe ayırır: Mantık, Fizik ve Ahlak. Stoacılara göre felsefe yaşayan bir canlıdır. Mantık, bu canlının kemiklerini ve sinirlerini, Fizik etli bölgelerini, Ahlaksa ruhunu oluşturur. Stoacılar bunlar arasındaki ilişkiyi şöyle ifade eder: "En üstün iyi, erdemdir; erdem doğayla uyumlu yaşamaktır, doğayla uyumlu yaşama,
Reklam
Beni öldürün beyler, size sesleniyorum! Zeus aşkına, ölümümden hemen sonra, beni çarptırdığınız cezadan çok daha ağırına çarpılacaksınız. Beni ölüme mahkum ederek hayatlarınızın hesabını vermekten kurtulacağınızı sandınız, ancak size söylediğim gibi, tam tersi ile karşılaşacaksınız. Sizler farkına varmadan engellemekte olduğum denetleyenlerinizin sayısı artacak. Ne kadar genç olurlarsa sizi de o kadar çok rahatsız edecekler ve buna bağlı olarak öfkeniz artacak. İnsanları öldürerek, sizi doğru yaşamamakla suçlayacak birilerinin ortaya çıkmasını engelleyeceğinizi sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Denetlenmekten bu şekilde kurtulmak hem olanaksız, hem de kötü bir çözümdür. Başkalarının sizi eleştirmesini engellemek yerine, mümkün olduğunca daha iyi biri olmaya çalışmalısınız. En doğru ve en kolay yöntem budur.
Okulda da kürsünün tepesinde oturan öğretmen de o zavallı yaratık don yağı gibi durup, Bizim Tüm Duygu çaba ve arzularımızı müfredat sınırlarına sıkıştırmak zorunda kalırdı. kendimizi okulda nasıl hissettiğimiz önemli değildi. esas misyonları biz ileriye götürmek değil de geride tutmak,bize şekil vermek değil mümkün olduğu ölçüde direnç göstermeden var olan yapıya uyarlama, enerji yükseltmek değil de,tam tersi onu bastırıp yok etmekte sanki.
Ben hep şimdiki zamanda yaşarım. Geleceği bilmem. Artık geçmişim de yok. Biri, her şeyin mümkün olmasıyla çöküyor üzerime, öteki, barındırdığı hiçbir şeyin gerçek olmamasıyla. Ne umutlarım var, ne de pişmanlıklarım. Hayatımın bugüne kadarki halini –yani çoğunlukla, istediğimin tam tersi şekilde aktığını– bildikten sonra ne söyleyebilirim ki geleceğim hakkında, beklemediğim, dilemediğim bir şey olacağından, benim dışımdan bir yerden, hatta bazen kendi irademin bir oyunu olarak başıma geleceğinden başka? Geçmişimde ise, hatırlayıp da gereksiz yere yeniden yaşamayı arzulayabileceğim hiçbir şey yok. Kendi benliğimin izinden, onun bir benzerinden başka bir şey değildim ben. Geçmişim, olmayı başaramadığım her ne varsa onlarla dolu. Uçup gitmiş anlardaki duyguları bile özlediğim yok: Duygu şimdiki zamana muhtaçtır; o an geçtikten sonra sayfa kapanır ve hikâye sürer, öykü ise biter.
Reklam
"Bir bilire göre şöyle bir söylenti var; İstanbul’a geldiğinde denizi bir kez görsen dahi seni büyülermiş. İstemeden gelsen bile kısa bir süre sonra âşık olurmuşsun.." dedi. Doğruluk payını düşündüm birkaç saniye. Mümkün olmayabilirdi ya da tam tersi. "Yaşamadan bilemem. Ama dünyanın gözdesi olan bir şehir burası, bende sevebilirim." dedim. Yürürken bakmadım ona. Ama hepimiz sessizce ondan gelecek bir cümle beklemiştik. Kimse tek kelime etmemişti. "Yaşarsın, bir de bakmışsın tüm varlığınla sevmişsin." dedi. Bu sözler bana bir şeyler çağrıştıyordu ama ne olduğunu çözemedim. İçimden geçen cümleyi söylemekten zarar görmedim. "Olabilir. Belki... Tüm varlığımla sevebilirim."
_Yaşam, ufacık şeylerden, küçük mutluluklardan oluşuyor. Hiçbir şey büyük ve kutsal değil. O yüzden sözde büyük olan şeylere ilgi duyarsan yaşamı ıskalarsın. Yaşam bir bardak çayı yudumlamak, bir dostla sohbet etmek, sabah yürüyüşe çıkmaktır, ama illa belli bir yere doğru değil, amaçsız, son belirlemeden hareket etmektir. Böylece herhangi bir
Doğu'nun ve İslâm Dünyasının hali insanı ürpertiyor. Yine bir mistiklik hüküm sürmekte ruhlarda, ama, bu başka bir mistisizm. Olumsuz bir mistisizm, kara mistisizm. Batı'dan gelme ne kadar kavram varsa onları en kısa zamanda mistik bir ışık halesinin içine almayı becermiş Doğu ruhu, Doğu mizacı. Bir vakitler Batı'ya karşı gurur
Sayfa 14 - Diriliş YayınlarıKitabı okudu
Sosyal Demokrat Fırkası
Sosyal Demokrat Fırkası, mütareke döneminde kurulan siyasi fırkalardan biridir. Fırka devletin çeşitli organları tarafından kabul edilen Wilson İlkeleri çerçevesinde Osmanlı Devleti’ni çağın ihtiyaçlarına göre dönüştürmek amacıyla kurulmuştur.Merkezi İstanbul Şişli’deki Kebir Caddesinde yer alan 104 numaralı özel daireyken sonradan,bu merkez
Reklam
İnsanın aşkından ölmesinin dilde hoş görülebilir şiirsel bir abartı olduğunu düşünmüşümdür hep. O akşam, bir kez daha kedisiz ve onsuz olarak eve döndüğümde, yalnızca insanın ölmesinin mümkün olduğunu değil, benim de böyle yaşlı ve kimsesiz bir halde aşkımdan ölmekte olduğumu anladım. Ama aynı zamanda bunun tam tersi bir gerçeğin de geçerli olduğunun farkına varmıştım: Yaşadığım kâbusun verdiği zevki dünyada hiçbir şeye değişmezdim.
Ölüm iyileşmesi tıp çevrelerinde inkârı mümkün olmayan bir hadisedir. Ölüm ânına yaklaşan insanda özellikle zihinsel fonksiyonlarda beliren güçlenmedir. Pek çok hastanın ölüme yakın anda birden iyileştiği görülür. Bu olay o kadar sık görülür ki olaya özel bir isim verilmiş, "ölüm iyiliği" denilmiştir. Akciğerleri metastazla dolmuş, nefes
Sayfa 168Kitabı okudu
Hep şimdiki zamanda yaşarım. Geleceği bilmem. Artık geçmişim de yok. Biri, her şeyin mümkün olmasıyla çöküyor üzerime, öteki, barındırdığı hiçbir şeyin gerçek olmamasıyla. Ne umutlarım var, ne de pişmanlıklarım. Hayatımın bugüne kadarki halini –yani çoğunlukla, istediğimin tam tersi şekilde aktığını– bildikten sonra ne söyleyebilirim ki geleceğim hakkında, beklemediğim, dilemediğim bir şey olacağından, benim dışımdan bir yerden, hatta bazen kendi irademin bir oyunu olarak başıma geleceğinden başka? Geçmişimde ise, hatırlayıp da gereksiz yere yeniden yaşamayı arzulayabileceğim hiçbir şey yok. Kendi benliğimin izinden, onun bir benzerinden başka bir şey değildim ben.
Aynı şekilde, trafik tüzüğü de kırmızı ışıkla yeşil ışığa keyfi olarak belirli semantik değerler yüklemiştir. Bunun tersi de olabilirdi. Ancak kırmızının ve yeşilin duyusal yankılarıyla simgesel uyumlarını kolayca ters yüz edemeyiz. Şu anki sistemde, kırmızı, tehlikeyi, şiddeti ve kanı; yeşil ise umudu, dinginliği ve bitkilerde olduğu gibi doğal bir sürecin sessiz akışını çağrıştırmaktadır. Peki, kırmızı geçiş serbestisinin, yeşilse geçiş yasağının işareti olsaydı ne olurdu? Kuşkusuz, bu durumda kırmızı, insan sıcaklığıyla kolay iletişimin bir ifadesi, yeşilse soğuk ve haince bir simge olarak algılanacaktı. Kısaca ne kırmızı yeşilin ne de yeşil kırmızının tam olarak yerini alacaktı. İşaret seçimi keyfi olabilir, ancak işaret yine de kendi özgün değerinin yanı sıra bu değeri düzenlemek üzere belirtici işlevle birleşen bağımsız içeriğini korur. Eğer kırmızı/yeşil karşıtlığı ters yüz edilirse, onun semantik içeriğinde gözle görülür bir kayma oluşur; bu renkler özgün bir değerle yüklü birer duyusal uyarı olduğu için, tarihsel olarak var olmaya başladıkları andan itibaren keyfi olarak düzenlenmesi mümkün olmayan geleneksel bir simgebilimin dayanakları olduğu için kırmızı kırmızı, yeşil de yeşil olarak kalacaktır.
ÜNAL YALTIRIK Diyarbakır'da İlkokul 8 yaşında herhalde Diyarbakır'a geliyorsunuz, 1940-41 arası... Kabaca 8-12 yaş arasında Diyarbakır'dasınız diyebilir miyiz? Evet. İlkokula orada başladığım için o hesaba geliyor. 8 yaşında ilkokula Diyarbakır'da başladım. Diyarbakır'daki evinizi hatırlıyor musunuz? Nasıl bir evdi?
366 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.