Kubilay: Hayat anlamsızlık / boşluklardan mürekkep.
Mehmet: Hayır değil. Anlamı insan verir.
K: Sosyal şartları hafife alıyorsun. İnsan bir dünyaya, topluma doğar. Bebekliğimden itibaren maruz kaldıklarımdan ibaretim ben.
M: Hem evet hem hayır. Zaten insan olmanın keyfiyeti de buradan tütüyor. Toplumdan aldıklarını süzgeçten geçirdikçe kendin oluyorsun.
K: Allah aşkına, şu sokaklara bak. İnsanlar geçim derdindeler. Siz kendi durumunuz buna müsait olduğu, yoksulluktan etkilenmediğiniz için koltuklarınızdan atıp tutuyorsunuz.
M: Tamam bu konuda da nispeten haklısın ama senin bu düşüncen determinizme, kaderciliğe falan çıkıyor. Öyleyse ekonomiyi, sosyal ortamı bu hale getirenlere hiç değinmeyelim mi?
K: Fildişi kulesinden konuşmaya gerek yok bence. Pratik çözümler üzerine konuşalım, bundan sonra teoriye geliriz.
M: Sen Kant’ın hapını yutmuşsun ben sana diyeyim.
K: Ne alaka ya?
M: O da tüm düşüncesini pratik üzerinden kuruyor da ondan. Deneyimi esas alır, ondan geriye doğru gider. Zaten materyalizmin köklerini o yüzden onda ararlar.
K: Valla ben Kant falan bilmem. Basitce ifade ediyorum. Sen zaten karşı çıktığın düşüncenin bile yüce olmasını dileyerek adımlarını atıyorsun.
M: İyi madem, şimdilik susayım. Yine konuşuruz.