bilmemek bilmekten iyidir
düşünmeden yaşayalım
mâra
günü ve saatleri ne yapacaksın
senelerin bile ehemmiyeti yoktur
seni ne tanıdığım günleri hatırlarım
ne seneleri
yalnız seni hatırlarım
ki benim gibi bir insansın
tanımamak tanımaktan iyidir
seni bir kere tanıdıktan sonra
yaşamak acısını da tanıdım
bu acıyı beraber tadalım mâra
başım omuzunda iken sayıkladığıma bakma
beni istediğin yere götür
ikimiz de ne uykudayız
ne uyanık
Devrimin proletarya tarafından yönetilmesi olanaklarının gerçekleşmesi için, proletaryanın gerçekte burjuva devrimin öncüsü, yöneticisi haline gelmesi için, Lenin'e göre en azından şu iki koşulun bulunması zorunluydu.
Birincisi, proletaryanın, Çarlığa karşı kesin zaferinde çıkarı olan ve öncülüğünü kabul etme eğiliminde olan bir bağlaşık gereksiniminin bulunması. Bu, öncülük düşüncesinin, kendisinin de zorunluluğudur. Çünkü yönetilecekler olmayınca yönetici, yönetici olmaktan; öncülük edilecek olmayınca, öncüler öncü olmaktan çıkar. Lenin böyle bir bağlaşık ile köylülüğü sayıyordu.
İkincisi, devrimin yönetimini ele almak uğrunda proletarya ile dövüşen ve devrimin biricik öncüsü olmak isteyen sınıf öncülük alanından atılmalı ve yalıtılmalıdır. Bu, devrimin iki öncüsü olması olasılığına olanak tanımamak öncülük düşüncesinin kendi zorunluluğudur. Lenin, böyle bir sınıf olarak, liberal burjuvaziyi sayıyordu.
Birinci Söz'de denildiği gibi, bir padişahın matbahından bir tablacının getirdiği taamlar bir fiat ister. Tablacıya bahşiş verildiği halde, çok kıymetdar olan o nimetleri kıymetsiz zannedip onu in'am edeni tanımamak nihayet derecede bir belâhet olduğu gibi, Cenab-ı Hak hadsiz enva'-ı nimetini nev'-i beşere zemin yüzünde neşretmiş. Ona mukabil, o nimetlerin fiatı olarak, şükür istiyor. O nimetlerin zahirî esbabı ve ashabı, tablacı hükmündedirler. O tablacılara bir fiat veriyoruz, onlara minnetdar oluyoruz; hattâ müstehak olmadıkları pek çok fazla hürmet ve teşekkürü ediyoruz
On binlerce yıl önceki çağlarını yok sayan, ortaçağı Anadolu'nun en elle tutulur tarih dönemi diye anlayanlar için, uygarlık yakıp yıkmak, savaşmak, başkalarına üstün gelmek, başka ulusları egemenlik altına almak, savaş araçlarının, savaş başarılarının dışında bir gelişme tanımamak gibi geçersiz tutumlar, bilim verileriyle bağdaşmayan görüşler yığınıdır. Tarih bir oluş değil, bir bilinçsiz birikimdir onlara göre:
Bu yeryüzünün önemi yoktur, önemli olan toprağın altıdır. İnsan bu yeryüzünde bir konuktur. Evren gelip geçicidir. Sürekli olan, mutluluklarla dolup taşan, kutluluklarla coşan öteki evrendir yeraltı dünyasıdır. İşte ortaçağın bütün öğretim kurumlarını kaplayan, insanı aydınlatmaya, eğitmeye çalışan görüşü budur. Böyle düşünen, böyle bir görüşe saplanan insan için tarih geçerli değildir. Bu görüş, durmuş, bir çerçeve içine oturtulmuş düşünceler yığınıdır. Bu ortamda insan gerçeğini aydınlatıcı bir güç, bir ışık yoktur.
Aşk, bu dünyada ezel tanışıyla karşılaşmaktır. Ama hesapta ezeldeki o aşinaya hiç rastlamamak var, karşılaşıp tanımamak, yanından geçip gitmek var. Bulup da onun tarafından hatırlanmamak var. Onun tarafından tanınıp onu yalanlamak var. Buldum zannedip yanılmak var.
Zamanın getirdikleri elbette bizim için bir imkan ama bir o kadar da imtihan.
Zaman bize ne getirirse getirsin bizim için hiçbir zaman yaratıcı mahiyetine kavuşmamalıdır.
İmtihanımızı imkana ya da imkanlarımızı imtihana dönüştürmek esasında bizim tercihlerimizle ilintili. Bu sebeple yaratıcının var olduğuna inandığımız bir dünyada irademizi , inisiyatiflerimizi ve hayatı anlamlandırmaya ilişkin tercihlerimizi başka mekanizmaların belirlemesi söz konusu olmamalıdır. Zira bir yaratıcıya inanmak onun dışında mutlak bir otorite tanımamak ve onun dışındaki biçimlendiricilere başkaldırmakla mümkün.