Nietzsche, yaşadığı dönemin hakim ahlak anlayışının bir köle ahlakı ekseninde oluşturulduğunu öne sürer.Söz konusu köle ahlakı, özgürlükten ve sorumluluk almaktan kaçan , yaratıcılıktan uzak, kendi başlarına ve kendi belirlemeleriyle var olamayan, ancak sürü içinde ve kendisinden korkulana duyulan hınçla var olabilen vasatı bireylerin ahlak sistemidir.Bu ahlak sisteminin yol açtığı değer bunalımı ve krizin köklerini Hristiyanların Grekler üzerinde kazandığı hakimiyette bulan Nietzsche, yeni bir ahlaka, bir yaratıcılık ya da efendi ahlakına yol açabilmek için, tutunabilecek yegâne yolun mevcut ahlâk sisteminin Tanrıyla olan bağını koparmak olduğunu düşünür.
O, işte bu stratejiye uygun olarak, öncelikle jeneolojik bir soruşturma gerçekleştirir ve bu çerçeve içinde, iyinin en erken dönemlerdeki kullanımın "soylu, kudretli, yüksek mevkiili ve yüksek fikirli" kavramlarını işaret ettiğini söyler.Söz konusu aristokratik değer sisteminde; iyi, alçak, kıt fikirli ve avami herşeyle tam bir karşıtlık içerisindedir; bu nedenle hristiyanlığın zayıfın, ezilmişin, alçakgönüllünün, yoksulun yanında yer alması ve onları yüceltmesi, Hristiyanlığın güce, kudrete, aristokrat ahlakına yönelik gizli hınç ve nefret duygusundan kaynaklanır.O, insanlık tarihinin son iki bin yıllık döneminde güçsüzlerin anlayışının hınç duygusuyla ahlaka egemen olduğunu, güçsüz ruhların Zafer kazandığını söyler.Avrupa uygarlığı için bir felaket meydana getiren bu durumu tersine çevirebilmek için, Nietzsche Avrupa'da Tanrının öldüğünü ve Tanrı inancına dayanan klasik Hristiyan inancının çöktüğünü iddia eder.