O evden sağ salim çıkabildik. Sonra o şehirden kazasız belasız başka bir şehre ulaştık.
Ölüm şakağımızı sıyıran kurşun gibiydi.
Ve Maraş depreminde imtihanı en kolay olan bizdik.
Orada yaşanan vahşet. İnsanların çaresizliği. Ve kimsesizliği..
Dua etmek, ağlamak dışında elimizden bir şey gelmiyor.
Maraş Dulkadiroğlu'nda yaşanılacak bina kalmadı daha ilk depremde. Kaldığımız bina 4 katlıydı. O cadde komple 4 katlıydı. Belki hiç birisi yıkılmadı ilk depremde ama hiçbirisi kullanılacak halde değil. Sonrasında Maraşı arkamızda bırakınca ikinci büyük deprem oldu.
Tarifsiz bir şey.. Bu saatten sonra Maraşta, Hatay'da, Adıyaman'da... o yaralar ne kadar sarılır bilmem ama saracak tek güç. Somununu ortadan bölmek..
Vahşet nedir? Sınırları var mıdır?
Keyifle okuyacağınız bir inceleme yazmayı çok isterdim, size güzel şeyler anlatmayı, tarifsiz duygulardan bahsetmeyi.
Üzgünüm, çünkü 15 yaşındaki bir kız, sokaklarda oyunlar oynaması gereken bir kız, saçlarını annesine ördürüp okula gitmesi gereken bir kız, güzel güzel elbiseler giyip seke seke gezmesi gereken
Veee veee veee Halid Hüseyni'nin Uçurtma Avcısı ve Bin Muhteşem Güneş sonrasında üçüncü muhteşem kitabı 21 Mayıs 2013'de tam da doğum günümü kendi başıma kutlamaya çalışırken internet üzerinden kitabın yayınlandığı haberine şahit olduğum yegane kitap "Ve Dağlar Yankılandı"
Yaşadığım tarifsiz mutluluğu inanın anlatamam. Hüseyni'inin ilk iki kitabından sonra onun üçüncü kitabını beklemeyeniniz yoktur galiba. Kitabın henüz başında bir dev hikayesiyle karşılaşacaksınız. Ve inanın bana sırf bu hikayeyi okumak için bile kitaba vereceğiniz parayı sonuna kadar hakeden bir başyapıt. Bazı değerlendirme yazılarımı okurken, yazardan onu övmem için para bile aldığımı düşünebilirsiniz, lakin siz de çok iyi görüyorsunuz ki kitapların hiçbirinde eleştirecek bir yer bulamazsınız. Halid Hüseyni bunu hep yapıyor ve yapacak da.. Kitabı okumayanların ne kadar şanslı olduklarını anlatmama gerek yok sanırım. Çünkü en güzel kitap, henüz okunmamış olandır..
Biz çocukken kar yağdığında, dinsin de hemen dik aşağı bir yokuş bulalım, buz tutturalım diye beklerdik. Sonra herkes canla başla uğraşır, orda buzdan yol yapıp elimize ne geçirdiysek (demir tepsi, plastik leğen, kalın branda) o buzdan dikten kendimizi aşağı salardık ve bu heyecan bizim yüreğimizi ağzımıza getirirdi. O dikten kaymak bir şey değil,