İnsanoğlu maziyi merak eden bir mahluktur. Bu ihtiyacı kitap, okullardaki eğitim karşılamazsa -malesef ki durum böyle- iş dizilere kalır. İşte o noktada dizilerin iyisi, kötüsü ortaya çıkmaya başlar.
Bütün hür ülkelerden, hiçbir yardım gelmese dahi Doğu Türkistan Türkleri, komünizmi kanlarıyla boğacaklar ve hürriyet mücadelesini zaferle bitireceklerdir. Tarihte, bilhassa Türk tarihinde zulmün ebediyen yaşadığı görülmemiştir. İnsanların, Hakkın saltanatına doğru koştukları bir çağda, Doğu Türkistan halkı da bu yarışta şerefli yerini alacaktır. Gerek Rusya’da ve gerekse Çin’de komünizmin çöküşü, bu ülkelerdeki Türk varlığının zaferi ile mümkün olacaktır.
Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi yazarları bütün insanların eşit yaratıldığını [All men are created equal] tartışmasız bir gerçek olarak kabul ediyordu. Bugün biz bu şaşırtıcı önermeye eleştirel yaklaşıyoruz. Suçlayıcı bir biçimde şu soruyu soruyoruz: Neden yalnızca "erkekler" anlamında "men" denmiştir de "erkekler ve kadınlar" anlamında "men and women" denmemiştir? Ayrıca "men" derken, açıkça belirtilmemiş olsa da yalnızca "beyaz erkekleri" kast etmeleri bizi deli ediyor.
Ama bu (bizim bakış açımızdan) yetersiz ifadenin yeni kurulmuş Birleşik Devletler'de bariz bir gerçeklikten ne kadar uzak olduğunu ve yansıtılan -ve gösterilen- bu bakış açısının o dönemin insanları için nasıl akıl almayacak kadar yeni olduğunu unutmamak önemlidir.
Newton'ın Doğa Felsefesinin Matematik nkeleri kitabını Fransızca'ya çeviren ve Voltaire'in kadim dostu Madam Du Chatelet, "erkek hizmetçilerinin önünde soyunmaktan çekinmiyordu, çünkü kimse onu bu adamların gerçek et ve kemikten erkekler olduklarına inandıramazdı!" Alexis de Tocqueville The Old Regime and the French Revolution [Eski R ejim ve Devrim] kitabında anlattığı bu durumu büyük bir hayretle karşılamıştı. Gel gör ki, bundan yalnızca bir yüzyıl önce, Fransız Aydınlanmasının önde gelen aydınlan, Encyclopedie'nin [Ansiklopedi] yazarları "ahenkli eşitsizlik" hakkında övgü dolu sözler ediyordu ve soyluluğa on beş sayfa ayırırken, halka yalnızca iki sayfa yer veriyorlardı. 1779 yılında bu eserin editörlerinden biri olan Jean le Rond d'Alembert "Toplumda ve özellikle de büyük bir devlette, kesin ayrımlarla tanımlanmış katmanların vazgeçilmez olduğunu, nasıl erdem ve yetenek tek başına saygımızı gerçekten hak ediyorsa, doğumda ve konumda üstünlüğün de itaatimizi ve hürmetimizi hak ettiğini anlamak için büyük bir felsefi çabaya gerek var mı?...
Tektanrıcı dünyayı oluşturan iki büyük gelenek, Hıristiyanlık ve İslam, eşitsizliği Tanrı'nın takdiri olarak desteklemiş ve ilahi aklın tasarımı olarak gösterilen eşitsizlik, tanım gereği tartışılmaz hale getirilmiştir.
Teknolojinin ekonomi üzerindeki etkisini açık fikirlilikle baştan değerlendirme zamanımız geldi. [...] Artan üretkenlik ve yükselen maaşlar arasında tarih boyunca gördüğümüz paralellik yok artık.
... hoşgörüyle karşılanmak kırılgan bir durumdur ve hoşgörünün eşitlikle alakası yoktur. Hoşgörü hakim din topluluğu içinde hoşgörülen cemaatlerin köklü eşitsizliğini anlatır. Dini azınlık, hakim dini grubun insafına kalmıştır; aşırı yüksek vergiler pahasına elde edilmiş hoşgörülen statüsü her an değişebilir. Bu statü daima ek "gönüllü" bağışlar ve cemaate yüklenen hizmetlerle beslenmek zorundadır ve hoşgörülenler yeni talepleri ne kadar kırıcı olursa olsun kabul etmeye her zaman hazır olmalıdır. Hoşgörü politikasının -örneğin on altıncı yüzyılın sonunda Yahudilerin ya din değiştirmek ya da ülkeyi terk etmek
zorunda bırakıldığı "en Katolik" İspanya Krallığında olduğu gibi- tamamen tersyüz edilmesi nadiren rastlanan bir durumdu.