Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Ulan Ude - Rusya
Türk tarihinin en gizemli bölgelerinden biri burası, Hun-Göktürk ayrışmasından önceki izler var burada.
29 Haziran 2006 Perşembe
Halkın bir millet olarak tanımının getirdiği kucaklayıcı ortak kimlik topluluğu içinde temel eşitlik varsayımının birçok hayati uzantısı vardı. Bunlardan Amerikan deneyimini biçimlendiren bir olguyla, bireysel özgürlükle başlayabiliriz. Kişi artık bir sosyal konumun ya da kişisel kimliğin içine doğmuyordu, tersine kendine birini seçme hakkına sahipti (aslında seçmek zorundaydı). Karar artık Tanrı'ya ait değildi; kişi artık kendinin yaratıcısı haline geliyordu. Bu anlayışla birlikte bireysel insan varlığına, insan yaratıcılığına biçilen değer muazzam ölçüde artmıştı. Salt insan olmanın bir itibarı vardı; kişi kendi insanlığıyla gurur duyabilirdi. Modern bir özerk fail olarak birey fikri bu anlayışın bir ürünüdür. (Bu nedenle Émile Durkheim "birey modern toplum tarafından yaratılmıştır," başka bir ifadeyle, "toplumlar bin yıldır birey olmaksızın var oldu" derken haklıydı.) Aynı anda ve zorunlu olarak, Tanrı artık daha az önemli hale geliyordu ve yaşam deneyimi insanların dünyasında hiçbir zaman olmadığı kadar büyük yer işgal etmeye başlamıştı. Sekülerleşme süreci başlamıştı ve buna bağlı olarak bireyin yeri ve özel olarak da insan hayatının değeri çok artmıştı.
Sayfa 26 - Alfa YayınlarıKitabı okudu
Reklam
Daha önce söz ettiğimiz gibi Latince natio -aynı anneden doğan birden çok yavru- Roma'da, Romalı yurttaşlardan olmayan, yabancı topluluklar için kullanılan aşağılayıcı bir sözcüktü. Roma'nın düşmesinden yüzlerce yıl sonra ortaçağın ilerleyen yıllarında, Batı Avrupa'da aslen Hristiyan kurumlar olan üniversiteler kuruldu. Bu
Sayfa 23 - Alfa YayınlarıKitabı okudu
Bazı milletler, özellikle de Güneydoğu Asyalılar, eşitliğe daha az değer verir. Yine de milliyetçiliğin tarihi öz olarak dünya çapına eşitlik yürüyüşünün tarihidir: Eşitliğin bazı yerlerde kazanılırken başka yerlerde niye tökezlendiğinin tarihidir ve eşitliğin hayatlarımızı çok çeşitli pozitif ve negatif biçimlerde nasıl etkilediğinin ve insanlığın varoluşsal deneyimini nasıl değiştirdiğinin tarihidir. Bu tarihin ayrıntılarına, girdiği kılıkların tarifine kütüphaneler yetmez. İçinde milliyetçiliğin geliştiği her toplumun kendi milliyetçilik tarihi vardır ve aynı şekilde eşitsizliğin yerine eşitliğin nasıl geçtiğinin -ya da eşitliğin saldırılarına karşı koyduğunun- tarihi de toplumdan topluma değişir. Yine de eşitlik oldukça yeni bir değerdir; tarihsel zamana vurulduğunda, milliyetçiliğin tarihi gerçekten de kısadır.
Sayfa 19 - Alfa YayınlarıKitabı okudu
Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi yazarları bütün insanların eşit yaratıldığını (All men are created equal] tartışmasız bir gerçek olarak kabul ediyordu. Bugün biz bu şaşırtıcı önermeye eleştirel yaklaşıyoruz. Suçlayıcı bir biçimde şu soruyu soruyoruz: Neden yalnızca "erkekler" anlamında "men" denmiştir de "erkekler ve kadınlar" anlamında "men and women" denmemiştir? Ayrıca "men" derken, açıkça belirtilmemiş olsa da yalnızca "beyaz erkekleri" kast etmeleri bizi deli ediyor. Ama bu (bizim bakış açımızdan) yetersiz ifadenin yeni kurulmuş Birleşik Devletler'de bariz bir gerçeklikten ne kadar uzak olduğunu ve yansıtılan -ve gösterilen- bu bakış açısının o dönemin insanları için nasıl akıl almayacak kadar yeni olduğunu unutmamak önemlidir. Tarihsel açıdan o kadar eski sayılamayacak on sekizinci yüzyılın sonunda, eşitlik fikri insanlığın büyük çoğunluğu için garip ve yabancıydı. Bugün ise bu fikir çoğunluğa doğal görünüyor. Bu fikir nereden çıktı? Neden çabucak ikna olduk? Zihinlerimizdeki bu hakiki devrimi neye borçluyuz? Yanıt, milliyetçiliktir.
Sayfa 18 - Alfa YayınlarıKitabı okudu
Newton'ın Doğa Felsefesinin Matematik İlkeleri kitabını Fransızca'ya çeviren ve Voltaire'in kadim dostu Madam Du Chátelet, "erkek hizmetçilerinin önünde soyunmaktan çekinmiyordu, çünkü kimse onu bu adamların gerçek et ve kemikten erkekler olduklarına inandıramazdı!"
Sayfa 17 - Alfa YayınlarıKitabı okudu
Reklam
Thomas Hobbes'tan aktaracak olursak, bu ortaçağ yaşamlarının hepsi çirkin, kaba ve kısaydı -gerçi bunu söylerken İngiliz filozofun aklında sadece toplum dışındaki yaşam vardı, çünkü onun on altıncı yüzyıldaki İngiltere'de artık mevcut olmayan zümreler toplumu deneyimi yoktu. Yine de hoşlarına giden ya da basitçe yaşamaya değer buldukları hayatlarının dar sınırları içinde bile, varoluşsal deneyimleri karşılaştırma yapılamayacak kadar farklıydı. Yiyeceğin bol olduğu zamanlarda bile farklı gıdalar tüketiyorlardı; doğru düzgün kıyafetler bulabildiklerinde bile, doğru düzgün kıyafet farklı sınıflar için farklı bir anlama geliyordu; konuştukları diller her ne kadar birbirlerini anlayabiliyor olsalar da farklıydı; farklı sevinçleri ve tasaları vardı ve kendilerini birbirinin yerine koyamıyorlardı ya da birbirine karşı sempati beslemiyorlardı. Çok yakın tarihlere kadar Batı Avrupa'daki durum buydu ama ilk değişen de o olacaktı.
Sayfa 16 - Alfa YayınlarıKitabı okudu
Her bakımdan Yaratıcı'nın takdirini yansıttığına inanılan eşitsizlik ilkesinin antik dönem uygulamalarına, Hristiyan ve Müslüman toplumlar yeni bir tane daha eklediler: dini cemaatlerin eşitsizliği. Pagan topluluklara yaşama hakkı tanınmadı, mensupları hakim tek tanrıcı dinlere döndürüldü ve inançları baskılandı, ama daha eskiden kalma tek tanrıcı inançlara -Hristiyan toplumların içindeki Yahudiler ve Müslüman toplulukların içindeki Yahudiler ve Hristiyanlar- hoşgörü gösterildi. Bugün bir toplumu hoşgörülü olarak nitelediğimizde, terimi olumlu anlamda kullanırız; ister dini ister kültürel, hoşgörü bir erdem olarak kabul edilir. Ancak özellikle Yahudi cemaatlerinin uzun ve acıklı tecrübelerinden öğrendikleri gibi, hoşgörüyle karşılanmak kırılgan bir durumdur ve hoşgörünün eşitlikle alakası yoktur. Hoşgörü hakim din topluluğu içinde hoşgörülen cemaatlerin köklü eşitsizliğini anlatır. Dini azınlık, hakim dini grubun insafına kalmıştır; aşırı yüksek vergiler pahasına elde edilmiş hoşgörülen statüsü her an değişebilir. Bu statü daima ek "gönüllü" bağışlar ve cemaate yüklenen hizmetlerle beslenmek zorundadır ve hoşgörülenler yeni talepleri ne kadar kırıcı olursa olsun kabul etmeye her zaman hazır olmalıdır.
Sayfa 12 - Alfa YayınlarıKitabı okudu
Tarih taklidi yazmaz. Karşılaştığı kültürlerden alımlama yapmayan hiçbir yazar, hiçbir medeniyet yoktur. Önemli olan, alımlamayı yapanın kendisine ait bir fikri olup olmamasıdır.
Daha az felsefi düşünen Romalılar da eşitsizliğin hiçbir biçimde adaletle çeliştiğini düşünmüyordu. Atinalılar gibi onlar da Romalı yurttaşlarla -Roma halkıyla- daha iyi bir hayat fırsatı yakalamak için Roma'ya gelen yabancı topluluklar arasındaki ayrımı kesin hatlarla belirlemişti. Yabancıların Roma yurttaşlığı edinmesi imkânsız değildi ama çok zordu. Onların ikinci sınıf yurttaşlar olarak görüldüklerini söylemek, onlara karşı takınılan tutuma dair yanlış bir intiba uyandırabilirdi çünkü aslında yurttaş olmamakla kalmıyor, alt-insan olarak telakki ediliyorlardı. Onlarla soylu populus Romanus [Roma halkı] arasında eşit sayılabilecek hiçbir şey olamazdı. Roma halkı arasında ikamet etmekle birlikte Roma halkının parçası olmayan bu yabancı topluluklar için kullanılan aşağılayıcı ortak terim, Latincede besicilerin ahırlarda sığırların altına serdiği saman ya da talaş, ayrıca hayvanların doğurduğu döl anlamına gelen natio -"nation, yani millet"- idi.
Sayfa 11 - Alfa YayınlarıKitabı okudu
1.000 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.