Merhabalar,
Sacit Aslan'ın kaleminden çıkan bu kitap ağırlıklı olarak babası Fahrettin Aslan ve O'nun arkadaşları, ilişkilerini, Maksim gazinosu ve çevresindekilerini konu edinmiştir. Aslan, kitap için anı kitabı yazmak istemedim demesine rağmen çoğu yazılan yazarın anılarıydı. Hiç bilmediğim bir dünyayla ilgili bir kitap okumuş oldum, kitapta Emel Sayın, Zeki Müren gibi bir çok isim geçiyor. Dönemin kabadayılarından tutun siyasetçilere kadar. Bence okuması keyifli bir kitaptı, hiç ilgim olmamasına rağmen ilgimi çekti.
Yakım tarih ile ilgili araştırma yapmayı sevenler için önerebileceğim bir kitap oldu kendisi.
Keyifli okumalar dilerim.
Kara Fatma'nın hayata her sahada bir erkek gibi karışması mümkün olup olmadığı sorusuna verdiği cevabı da dikkate değer:
“Bundan sonra erkek, kadın hep beraber çalışacağız. Kadın peçesiz ve yüzü açık gezmekle iffetini kaybetmez. Zaten memleket bizden o kadar çok hizmet istiyor ki... Bunlar arasında peçe ve çarşafı düşünecek halde değiliz. İstanbullu hemşirelerimize silahı kapıp cepheye gidin denilemez; fakat onlara düşen iş, silah kullanmaktan daha büyüktür. Şimdiden sonra Anadolu'ya gitmeli ve cahil Anadolu kadınının gözünü açmalı. Anadolu halkı, hele kadınları, İstanbullu hanımları seve seve karşılayacak, onların söylediklerini harfiyyen yapacaktır. Kadın neden erkek kadar çalışmasın! Bugün Anadolu'da bir ailede iki erkek varsa, yanı başında on da kadın vardır, bunun için kadın, erkek hep beraber çalışacaktır. Bunun kimseye bir zararı yok, belki faydası çoktur"; "İşte ben ne okumak ne yazmak bilirim. Şimdi tahsilim olsaydı zarar mı ederdim"; "Çocuklarımız mutlak okumalıdır. Ben çok iyi biliyorum ki bugün Anadolu'da erkek ve kız bütün çocuklar okuyacak olurlarsa Anadolu'nun hali değişecek, Türk'ün yüzü gülecek işi düzelecek, bütün batıl düşünceler kalkacak, Türkler yaşamaya başlayacaktır. İşte bu nedenle, küçük kızımı okutmak için şimdiden çalışıyorum” diyor.
"Demiştim ki, bu memleketin gerçek sahibi ve sosyal yapımızın ana unsuru köylüdür. İşte bu köylüdür ki, bugüne kadar eğitim nurundan yoksun bırakılmıştır. Bundan dolayı, bizim uygulayacağımız eğitim siyasetinin temeli ilk önce var olan cehaleti yok etmektir. Bu düşüncelerimi birkaç kelime ile açıklamak için diyebilirim ki, genel olarak bütün köylüye okumak, yazmak ve vatanını, milletini, dinini, dünyasını tanıtacak kadar coğrafya, tarih, din ve ahlâk ile ilgili bilgiler vermek ve dört işlemi öğretmek, eğitim programımızın ilk amacıdır. Bir yandan cahilliğin kaldırılması ile uğraşırken; diğer yandan da memleket çocuklarını sosyal hayat ve ekonomide fiilen etkili ve yararlı kılabilmek için gereken basit bilgileri uygulamalı bir biçimde vermek yöntemi, eğitimimizin temelini oluşturmalıdır."
Hikeyeler çekip alındığında insanlıktan geriye ne kalır? Ninniler en basit hikayeler değil midir? Onlarla büyürüz. Sonra devreye mutlu sonla biten hikayeler, yani masallar girer. Şarkılar ise notaya dökülmüş hikayelerdir. Biraz daha büydüğümüzde de hikayenin farklı biçimleri olan öykü ve romanlarla tanışırız. Filmler, görüntülerle anlatılan
Mustafa Kemal "Karlsbad'da Geçen Günlerim"i not defterine, günü gününe, kendisi yazmıştır. Yaşadıklarını not defterlerine aktarmak, Mustafa Kemal'in vazgeçemediği tutkularından birisiydi. Bunu bir keresinde şöyle ifade etmişti: "Elim kalem tutmaya beynim fikir yürütmeye başladığı günden daha lise sıralarında bulunduğum zamandan beridir ki, gönlümde hayatımın akışını kaydetmek için bir arzu duyarım." Karlsbad notları içinde yer alan şu düşünceleri de, Mustafa Kemal'in neden not tuttuğuna ışık tutmaktadır:
"Gelecekte sessiz ve tamamen tarafsız bir vaziyette ve bir köşede kendi âlemimde yaşamayı başarırsam, ihtimal o zaman hayat hatıralarımı yazmak benim için meşgale olacaktır. Cünkü hayatımın her safhasını bütün ayrıntılarıyla hafızamda tutabiliyorum. Yalnız tarih, gün, isim hatırımda kalmıyor, bunları da ihtimal başka bir vasıta ile sağlarım." Karlsbad günlüklerine bakıldığı zaman gerçekten Mustafa Kemal'in güçlü bir hafızaya sahip olduğu açıkça görülüyor. Bunun göstergesi de günlüklerde yaşadıklarının en ince ayrıntısına kadar yer almış olmasıdır.
türklerin tarih sahnesine çıkışı eski mısırlı, iranlı, yunan ve ibranilerin çıkışı gibi değildir. söz konusu uygarlıklar hakkında yazılı kaynaklar oldukça aydınlatıcı bilgiler verir, arkeologya da bu varlığı parlak örneklerle destekler. oysa çok eski zamanlarda ortaya çıkan (dilinin yapısı, örgütlü yaşam biçimi ve atçılığı gibi öğelerden anlaşılan) türk kavmi veya kavimler topluluğu üzerinde isim, menşe, hatta coğrafi mekanın tesbiti konusunda büyük zorluklar yaşanır. buna rağmen şurası gerçektir ki türkler olmadan bir dünya tarihi yazmak da mümkün değildir. çünkü çin, hind ve iran gibi yerleşik, yazıya sahip eski halkların tarihini yazarken; türklerin kökeni olan kavimler sık sık söz konusu uygarlıkların siyasi tarihine girmekte ve kendilerinden söz ettirmektedirler. öyle ki kuzeyli hun komşularının kim olduğunu ve tarihi maceralarını tespit etmeden, çinlilerin tarihini resmetmek ve tanımlamak mümkün değildir
Bu arada bazı meseleleri meslektaşlarınızla tartışmak, onların görüşlerini almak da çok önemlidir; çünkü sizin fark etmediğiniz bazı noktalara dikkatinizi çekebilirler. Eskilerin dediği gibi, "el-ilmü bi'run ve'l-müzâkeretü delvuhâ", yani "ilim bir kuyudur, kovası tartışmadır". Ben bu söze çok inanırım. Yalnız, kimlerle görüşleriniz paylaşacağınız, tartışacağınız önemlidir. Ardından bunların üzerine ben ne katkı yapabilirim diye düşünmeniz gerekir. Eğer bir katkı ortaya çıkacaksa o konuyu yazmak, aksi halde vazgeçmek lazım.
Sayfa 268 - on dördüncü bölüm: yetkin tarihçiler nasıl çalışıyorlar: prof. dr. ahmet yaşar ocak ile söyleşi.
İtilaf Kuvvetleri'nin diğer önemli bir hatası ise Liman von Sanders'in de değerlendirdiği gibi; Çanakkale'ye büyük bir çıkarma hareketi yapıp, aynı zamanda veya çıkarmadan önce donanma ile Boğazı zorlamaya çalışmamış olmalarıdır.5 Bu görüşü, İngiliz Generali Aspinali Oglander de yazdığı "Çanakkale Muharebeleri" kitabında
Fatih Zaman-ı Veladet #okudumbitti
“Tarih yazmak korkaklara göre bir iş değildir.”
#FatihZamanıVeladet , tarihi bir yolculuğa çıkarken sanki bir zaman makinesine binmiş gibi hissettiren, beni adeta büyüleyen bir kitap. Yazar, Fatih Sultan Mehmet’in zamanına dair birçok gerçek olayı kurguyla harmanlayarak öyle bir atmosfer yaratmış ki, sayfaları çevirirken kendimi o dönemin tozlu sokaklarında, savaş alanlarında dolaşıyormuş gibi hissettim.
Özellikle Fatih’in İstanbul’u fethetme kararlılığını ve o efsanevi sözlerini okurken, heyecanım katlanarak arttı. “Ey Konstantiniyye, ya sen beni alırsın ya da ben seni!” sözleri, sanki ben de o anın içindeymişim gibi bir his uyandırdı bende.
Benim gibi tarih kitaplarını düz okumaktan sıkılanlar için bu tarz kurgulanmış eserler gerçekten çok değerli. Hem eğlendirici hem de bilgilendirici bir okuma deneyimi sunuyorlar. “Fatih Zaman-ı Veladet”, tarihle arası pek iyi olmayanlara bile tarihi sevdirecek bir kitap. Kesinlikle herkesin okumasını tavsiye ederim.
#kitapkolikkafasikitapyorumu
"Oysa sadece Tanrı değil insanlar da içinde çelişki bulunmayan tutarlı kitaplar yazabilirler. Bu yüzden içinde çelişki bulunmaması bir
kitabın ilahi olduğunun delili olamaz...
Benzer bir hatayı 19cular ve Kur’an’da bilimsel mucizeler arayanlar da yapıyor. Kur’an’ın tümünün matematiksel bir kodla yazıldığını kabul etsek bile, bu asla Kur’an’ın ilahi olduğuna kanıt olamaz, çünkü matematiksel kodla bir kitap yazmak sadece tanrının başa çıkabileceği bir iş değildir. Bunu yapmak insan gücünün sınırları dâhilindedir. Bunu insanlar da yazmış olabilir."
İlber Ortaylı
Bu benim okuduğum altıncı İlber Ortaylı kitabı oldu bu kitap 2006 yılında basılan kitabın geçen ay yani Mart 2024 tarihinde basılan yeni, güncellenen halidir. Ayrıca geçen gün okuduğum