Amin Maalouf'un okuduğum ilk eseriydi. Dört bölümden oluşan eser, Ömer Hayyam'ın kayıp olan kitabının etrafında dönen ve yüzyıllara uzanan tarihsel bir kurgu-roman. Oldukça derin felsefi ve dini ögeler barındıran roman, Ömer Hayyam'ın hayatıyla paralel giderek başlıyor ve anlatının yarısına kadar da bu durum devam ediyor. Bu kısımlar oldukça edebi bir ağızla yazılmış. Tabii bunda Ömer Hayyam'ın ince kişiliğinden ve rubailerinden yararlanılmış. Fakat kitabın 19. yüzyıl sonları ve 20. yüzyılın başlarında geçen diğer yarısında bu edebi üslup yerini tarihsel olayların hızlı temposuna bırakıyor. Edebi üslup her ne kadar korunmaya çalışılmış olsa da Ömer Hayyam gibi çağların ötesinde duran bir şairin anlatımından siyasi olayların içine direkt dalınması okur olarak beni biraz şaşırttı çünkü bir üslup değişimi söz konusu. Bu, kitabın son iki bölümünün yani ikinci yarısının kötü olduğu anlamına gelmiyor. Sadece hızlı bir tempo değişimi söz konusu.
Semerkant, genel olarak aslında İran'ın hikâyesi desek yeridir. Yüzyıllardır süregelen keşmekeşin içinde olan, hiçbir zaman dışında kalamayacak olan İran'ın hikâyesi. Nizamülmülk, Hasan Sabbah ve Ömer Hayyam'ın kesişen hayatlarının, yüzyıllar sonrası İran'ına bir izdüşümü. Maalouf'un kalemini ve bakış açısını sevdim, umarım başka bir kitabında onunla tekrar buluşabilirim.