Bir gün, ömrün boyunca hiç olmadığın kadar cesur davrandın: Hayata bağlanmakla, bir kadına bağlanmayı aynı cümlede kullandın. Hayata bağlanmakla, bir kadına bağlanmayı aynı hikâyede anlattın.
Her kitabın kendi zamanı olduğuna, her yeni okuduğum kitapta daha çok inanıyorum. Zamanıymış. Tarık Tufan okumaktan vazgeçtiğim bir dönemde, canım çekti ve aldım, çok sonraları okudum. Kitaptaki karakterlerin mistik yönlerini bizzat kendim gördüm. Bu dünyada aşıklara yer yok!
Ayrıca kitapta ana-baba olmayı beceremeyenlerin bir nevi enkaz yaratımlarını da görüyoruz.
Sadece romantik ilişki olarak düşünmeyin, bir çiçeği, bir meyve çekirdeğini bile sevmek suç. Sevmeye mecal bırakmayan, sevmelerimizi boşa çıkaran dünya. Orhan, Firdevs... kırmızı alfa romeo... Bu da böyle bitti. Bir otobüs yolculuğunun en ayrılıklı anında.
Bazen kendi kendine soruyorsun, her şey başka türlü olsaydı pişmanlıkların ortadan kalkacak mıydı? Her şey başka türlü olsaydı, yine de derin pişmanlıklar yaşayacaktın, kendini kandırmanın faydası yok.
Hayat, kadın ve bağlanmak; hırkası şarap kokan derviş, kendi elleriyle gözünü kör eden âşık, tespihini koparıp tanelerini etrafa saçan şeyh ve akıldan vazgeçmenin en lanetli, en ayıplı, en kınanmış, en günahkar halleri.
Artık kendi yazgısını, bir kadının yazgısına iliştirmiş adamların anbean içinde büyüyen yangınlarından var, senin de yüreğinin orta yerinde. Kendi gözyaşlarını, âşık olduğun kadının gözyaşlarına karıştıran adamların iflah olmaz, ağrılı ıstırabı. Bitmeyen mahpusluk, geçmeyen illet, ince maraz.
Onunla birlikte kaybolmaya cesaretin var mı?
Cesaretin var mı, onunla birlikte, bildik dünyaların, bildik sözlerin dışına çıkmaya?
Buna mecalin var mı?
Bir gün, ömrün boyunca hiç olmadığın kadar cesur davrandın: Hayata bağlanmakla, bir kadına bağlanmayı aynı cümlede kullandın. Hayata bağlanmakla, bir kadına bağlanmayı aynı hikayede anlattın.