344 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
7 günde okudu
-Hayatı seyretmeye alışkındı Mücella- Kitaptaki bu cümle onu nasıl da özetliyor. Hayatı kıyısından köşesinden seyreden, içine giremeyen, annesinin baskısı yüzünden bahçelerindeki ağacın bir adım ötesine geçemeyen bir kızın hikayesiydi bu. Ama daha çok çevresindeki insanların büyüyen, genişleyen şekillenen ve çalkalanan hayatını izleyişine tanık olunuyordu. Arka plandaysa Cumhuriyetin ilk kurulduğu yıllar, savaşların yitirdiği insanlar, açlık, yokluk, yıkılan umutlar ve gizlenen acılar var. Mücella'nın gözünden bir ülkenin şekillenişini, insanlarıyla birlikte gelişimini, büyüyüşünü de görüyoruz. Gaz lambalarıyla aydınlanan, doğru düzgün yolu olmayan, pilli radyoların cızırtısında dış dünyayla bağlantı kurulmaya çalışılan yıllardan ileriye doğru uzanıyor, yavaşça geleceğe yürüyoruz. Böylesine bir konudan roman çıkar mı, sıradan bir kadının hayatı kitap olur mu demeyin sakın, olmuş. Hem de çok güzel olmuş. Nazan Bekiroğlu'nun kaleminde bir dönem ve bir hayat yoğrulmuş. Darbelerin estiği, Menderes'in idam edildiği, sağ sol olaylarının patlak verdiği ve kardeşin kardeşe düşman edildiği yıllar Mücella'nın cızırtılı radyosundan acı, acı duyuluyordu. Su başındaki geyiklerin resmedildiği duvar halısı ve kadranında başını eğe, eğe darısını yiyen tavuklu çalar saat beni çocukluğuma ışınlayıverdi. Çocukluğumun en hazin hatıraları kalbimde canlandı. Geçmişe yad eden harika bir romandı. Bittiğinde içimde küçücük bir sızı kaldı. *Razı geldi payına düşene. *Demek hayat böyle bir şeydi. Buydu demek, bu kadardı onun nasibi. *Sadece bir andı ama ebediyet kadar derindi.
Mücellâ
MücellâNazan Bekiroğlu · Timaş Yayınları · 202110bin okunma
Cumartesi kaçmayı düşünenlere (:
Aslında tüm bu kavgaların seyri hep aynıydı. Adam bavulunu alırdı- muhtesem ,sert,kahverengi bir bavul- bağırarak bu kez dönmemek üzere terk ettiğini söylerdi, dış kapıya kadar vardığında bavulu yere koyardı, üzerine oturup sigara yakardı. Kadın yemek yapmaya başlardı ve bir saat sonra cumartesi yemeğinden - mevsime göre patetesli tavuklu, manastır usulü güveç veya taze soğanlı kuzu eti - öyle sarhoş edici bir koku yayılmaya başlardı, öyle tatlı ve buram buram ev kokardı ki, adam bavulunu usulca kaldırır ve son cumartesi kaçışının kıyısından dönerek evin eşiğinden geri girerdi sadece. Teslim olmuş ve aç.
Reklam
“Sen gelirsin sonra 36 numara bir aşkla Ayaklarım donar tavuklu saat durmaz bütün gece”
TAVUKLU SAAT
Tanımım var. Hayata karşı yemlenen tavuklu saat gibiyim. Yürek yemişliğimin resmi, olmayanı oldurmakta ısrarlı cahil cesaretimde yatar çünkü. Var mı Nazar, yem-in Hayır Zaman akmaya devam etti mi Evet. Bu zamana değin olayın sıfat versiyonunu hacıyatmaza, anka kuşuna bağlasam da Ikınsam da umut yeşertmek için buradan; zamanın karşımda götüyle güldüğü bir haldeymişim meğer içim dışım kan revan bulamaç. Bol acılı ruhları tarayıp pusula aramam bile kendisine oynayarak gösterdiğim bir başka fıkraymış meğer. -ki fıkra yaşamdan alınmaz mı ki? Hakkın rahmetine ermesini dilediğim soyadımın layığını yaşayarak sürekli Kendime dönmemin son bulması bir Gün gerçek olur olmaz bilmem ama, Dizlerimde deri kalmadı Eğer ki hayat ayakta tutmaya devam edecekse beni Biraz inandırsın Alice lerin de bünyesinde barınabileceğini; Harikalar diyarı olmadığını biliyorum hayatın; Ama benim yaşadığım tek yer bu hayat değil bir başkası için de değil. Sesteşliğe vurup düşlerimden düşürülmek istemem demeye dilim varmıyor ama anlatmak istediğimin söz bulmuş hali bu. Hayat; Şimdi sen tek istediğim kendini bana uyarlaman değil Kendim gibilerini bana göstermen. Çünkü ben tavşanları inan çok severim.
Sabaha karşı saat 4.00… Özel bir hastanede refakatçi olarak Ece Ayhan’ın yanındayım. Usta şair çok hasta. Ayaklarında oluşan bir hastalıktan dolayı yürüyemiyor. Sesiyle uyanıyorum. “Yeter artık uyuduğun, ben acı çekiyorum, sen uyuyorsun” “Dalmışım, Ece Baba” diyorum ve yattığım küçük kanepeden kalkıyorum. Hemen odadan çıkıp hemşireyi