Sabahattin Ali nin romanından biri. çeşitli karakter tahlilleri insana biraz dostoyevski'nin o insanın içine sızan havasını yaşatıyor. ben inanıyorum ki sabahattin ali değil de sabahattinov aliyevski olsaydı bugün her sokakta duvarlar yazılarıyla resimleriyle süslenir, pek çok başkente büstü dikilirdi.
henüz tanımlanamamış bir gizem var bazı
Dikkatimi çeken her türlü sözü kayıt altına alırım. Bağlamlarına göre bu sözleri tasnifler, daha sonra belli aralıklarla okurum. İlk okuduğumdaki etkisini koruyup korumadıklarına bakarak, gereksiz yer kapladığını düşündüğüm sözleri elerim. Ancak listemde bazılarının yeri ve başlıkları hiç değişmez. Bunlar ilk bakışta anlam yükleyemediğim ya da her
Kaybettiğimiz bilgelik muhtemelen dışarıda ¶¶bir yerlerde bizi bekliyor, belki de ‘’içeride bir yerlerde’’…¶¶
¶¶Tek ihtiyacımız, alışkanlıkların cenderesinden kurtulmuş zihinlerle, ‘’neye layık olduğumuzu tekrar hatırlamak’’.¶¶
Kitap 3 ana başlık altında toplanmış. Bunlar; "bize dair", "bilime ve inanca dair" ve "kaosa
Bu eser bizlere ithaf ediliyor, İNSANA! Başımızın üzerinden büyük bir rüzgar geçiyor okurken, her sayfasında, her satırında. Ruhumuzda sıkışıp kalmış ve patlamamış yalnızlık bombasının pimini çekip çekmemek yine ruhumuzda bulunan ikiliklerin (Maneviyat ve maddiyatçılık) birbiriyle durmadan çatışmasının bir tercihi. İkisini de isteyince sonu
Türkiye'nin çarpık modernleşme tarihinin ürettiği travmalar, korkular ve krizlerin geniş bir çerçevede ele alındığı bir kitap. Ne kendi olarak kalabilmiş, ne de başkası olabilmiş bir varlığın altında zihinsel ve ahlaki olarak dik durmaya çalışan bir toplumdan söz edilmekte…
Kitap boyunca akıl, ahlak, hukuk, siyaset, çoğulculuk, birey,
Düşüncenin eteği gözle görülür kıymetlere bağlı kaldıkça, insanoğlu aklın kuvvet ve tasarrufu fezâlarında olup biteni nasıl tecessüs edebilir?
Desem ki: Ben ortada bir sebepten başka bir şey değilim. Buna kimi, nasıl inandırabilirim? Yediğimiz bir lokma ekmeği, içtiğimiz bir yudum suyu kana çeviren uzviyet gibi, gönlüme gizlice yol bulan bir aşk lokmasının da, bu gönülde feryatlara, göz yaşlarına, ızdıraplara, zevklere döndüğünü anlatabilir miyim?
Evet dostlarım, ziyanı yok, beni anlamayın... Ama şuna inanın, şunu bilin ki, herkesin bir zafer için geldiği bu meydana, ben sâde ona yenilmek için gönderildim.
Merhaba arkadaşlar;
Huzur kitabını dün, uzun bir yolculuğu geride bırakan varış noktasındaki yorgun yolcular gibi bitirdim. Bu okuma süreci benim için biraz değil epey zor oldu. Malum yazıldığı dönem itibariyle Huzur daha çok Arapça ve Osmanlıca olmak üzere birçok Arapça kökenli eski Türkçe kelimeleri içeren cümlelerden oluşuyor. Bir taraftan bu
Merhaba arkadaşlar;
Bir Tanpınar romanı daha geride kaldı. Huzur romanı için Osmanlıca, Arapça kelimelerin çevirilerini buraya yüklemiştim. Saatleri Ayarlama Enstitüsü için de aldığım notları ekliyorum, umarım faydalı olur…
Acemişiran: Klasik türk müziğinde makam
Ahval: Haller, durumlar, olaylar
Akide: Bir şeye inanarak
İki arkadaşın genişçe bir merdivenden indiğini düşünelim. Biri, merdivenlerden düşünce diğer arkadaşı onun için endişelenip "Bir şey söyle, bir şey söyle" diyor. Yere düşüp baygın halde olan kişinin söylediği " şey"dir şiir, diyordu İsmet Özel.
Özel ağabeyin bu şiir tasviri beni çok etkilemişti. Birkaç konferansında da
"Ey nefsim, titre, kendine bak, kendini gör, kendini bil, kendini anla, kendini tecessüs et. Ancak nefsine müfettiş, nefs-i emmarene mürakıp olmak yüksekliğine çık."
Suni boyalı ve suni kıvırcık saçlarını bir taraftan bir tarafa fırlatmak için başlarını suni şekilde ve hızla çeviren, suni kırmızı dudaklarını büzerek enteresan olmak ve üçüncü sınıf film yıldızlarına benzemek isteyen, buna rağmen ne kadar biçare oldukları, tesadüfen rol yapmadıkları her anda derhal görünüveren bu kızcağızlara karşı içinde samimi bir tecessüs duyuyordu.
Bir insanın nasıl olup da kendini bu kadar inkâr edebileceğini anlamıyordu.