Yürüdüğü yolda birden durdu ve kırptı gözlerini. Kaldırdığı kafasını dallanıp budaklanan ağaçlara çevirdi. Esintiyle sallanan yaprakların arasından saçılan ışık huzmesi üstüne dökülüyor.
Durdu, durdu,durdu...
Olduğu yerde açtı ve yukarıya kaldırdı ellerini. Kolları ileriye doğru uzandı, tıpkı dua eder gibiydi, belkide yardım dilenir gibi. İnsan kendi bilmez ki acısını bir başka gözler bilsin.
Gözlere anlamsız gelen bu duruş yaşandığı ana mühürlenmiş, kaderiyle kendi arasındaki bağ ile kutsanmış gözyaşları ruhuna işlenmeye başladı.
Bazı anlar vardır ki kimse sebebini bilmeden düşer bir boşluğa. Gücünü sömürür girdap gibi çekilirsin içine ama bulamazsın bir çare. Tek umudunla ilahiyata koşarsın içgüdüseldir bu. Halbuki bilirsin içinde tuttuğun kapalı kapıların ardında büsbütün varlığıyla orada olduğunu.
Adalet midir zor zamanda çıkan tanrıcılık?
Havanın esintisi düşlerine güç katarken bedeni ışığın saflığıyla arınmak istercesine daha çok uzandı, uzandıkça acısı hıçkırıklarına karıştı.
Arzuları içindeki bastırılmış kötülüğün ve acının vicdanına yüklediği sorumluluğu silmek, yaşamın harcanan dakikalarından kaçmak istedi. Herkesin hakkında konuştuğu onlarca his ve yaşama sebeplerinden sıyrılmak istedi.
Gitgide alçalan omuzları yaşadığı sürece bitmek bilmeyecek yargıların ve adaletsizlikten bilinciyle geriledi.
Elleri toplandı yaşları silindi ve soluklandığı yerde hislerini vicdanının üstüne koyarak duyarsızlığa iteledi. Hisleri köreldi adımları devam etti.
İnsanoğlu ne zaman olduğu bilinmese dahi çökmeye sonrasındaysa ilerlemeye mahkûmdur.