_Küçük kılıbık adam. Korktuğun için bağırıyorsun. _Ben kim oluyorum ki kendi görüşüm olacakmış. reis ne derse o’dur. _Düşüncelerinin yanlış olup olmadığını sormadın kendine hiç? _20 yıllık olayları anımsayacak beynin yok, bu nedenle, iki bin yıl öncesinden aptalca dini sözlerini tekrar söylüyorsun. _Beni ahlaksızlıkla suçlarken doğrudan
_İnsanca yaşamanın tek yolu, insanlığa düşman olan şeylerle savaşmaktır. _Kapitalist üretim biçiminin ekonomik yasalarının, sosyalist üretim biçiminin öncüsü olduğunu ve sınıf mücadelesinin kapitalist toplumsal üretimden köken aldığını ortaya koymak amacıyla siyasi ekonomi olarak kapitalizmin eleştirel bir analizidir. _Ne kadar az yer, içer,
Reklam
'Kapitalist, kendisinin asılacağı ipi satan adamdır,' sözü boşuna söylenmemiş!
Dünya dolar saltanatının başkenti Amerika'da, bilgisayar programları düzenler gibi, dünyayı elinde tutma yolu olarak cinsellikten dinselliğe her türden en yüksek düzeyde saptırıcı öğretiler, kof ama çekici düşünce-sanat-edebiyat akımları üretiliyor bugün. Tüm medya olanaklarıyla kozmopolit bir evrensellik içinde yeryüzüne sürülen bu ağılı kültürün de bayıltucu etkisiyle sınıflararası savaş uyutulmaya çalışılıyor, kişiler, kurumlar satın alınıyor, ulusal kurtuluş kavgası yürüten ülkelerdeki kimi sınıflar, katmanlarla çıkar bağlarını güçlendiriyor; bir terslik çıktı mı da, ortalık hiç acımaksızın gizli, açık kana bulanıyor. Bunun en somut, en acı örneklerini gene kendi ülkemizde görüyor, yaşıyoruz. Gerçek vatanseverler vatan haini sayılıp sırasında öldürülüyor, ülkemizi yabancılara, Amerikalılara haraç mezat devredenler vatansever diye dolaşıyor bugün Türkiyemizde. Emperyalizin tüm dünyada uyguladığı yöntemdir bu.
70 yıllık Sovyet-sosyalist toplumundan Yeltsinlerin, Şevardnadzelerin, Aliyevlerin, kimbilir daha kimlerin çıkması raslantı değildir. Sosyalist toplumu içten içe kemiren Stalinizm olgusu budur.
Başlangıçta aylarca, Türkoloji'den çok Merih'le Felsefe derslerine girdim. Reichenbach, ya da Von Aster dinlemek varken Caferoğlu, Rahmeti, ya da Ali Nihat Tarlan'a katlanmak kolay değildi.
Reklam
İlerde sözünü edeceğim partili arkadaşım, Türkoloji'de birlikte okuduğumuz asker öğrenci Yusuf Atılgan, ordudan ayrılma özlemimi bildiği için, 'Yüzbaşı olursun inşallah!' diye takılırdı.
Lise diploması, kimlik kartı yetmiyor, Samsun polisinden, Türk olduğumu onaylayan belge istiyorlardı bir de. Merih'in babası Doktor Ertuğrul Baykal, 'Türk oğlu Türk'tür,' diye yazılı kağıdı alıp gönderince kurtulduk!
Avşa'da Behice Boran'la birlikte oldukları günlerdeydi. Köye gelen Doktor Hikmet'le görüştürmek istedi Kerim, Behice'yi. Doktor diretmedi. Behice Boran nasıl katı bir dirençle karşı çıkmıştı! Bugün düşündükçe daha da çok kızıyordu bu anlamsız, anlayışsız tutuma. 'Ülkede kimlerin bu kavga yolunda neler verdiğini nerden bilecek bu kadın,' demişti Kerim acılıkla. 'ikinci, 'Amerikan Yardım'da bu kadın!' niye dememişti! Aklına gelmemiş olmalı. Senin geldi!.. Evet, sonunda çocuklar silahları alıp dağlara yürüdü! Başlarda tek örgüt TİP'in çevresinde toplanmış gençleri kışkırtarak peşine takan, bir yerlere sürükleyen -sonunda sürükleyemeyen!- Mihri Belli 'fareli köyün kavalcısı' mı oluyordu.
Sayfa 295Kitabı okudu
Stalinci Komintern döneminde Türkiye komünist Partisi'nin eylemlerini, 'Bildiğri dağıtmak, tutuklanmak! 1 mayıs'larda gözeltına alınıp yanık marşlar söylemek!' diye özetlerdi Doktor Kerim!
Reklam
'Adam, Paşa da kendini iyice düşe kaptırdı!' diye fiskos edip yakınmış çevresindekilere, Mustafa Kemal'in Erzurum Kongresi'ndeki yakınlarından biri. 'İngilizleri kovacağız İstanbul'dan! Anadolu'da da tek düşman kalmayacak!... Şöyle olacak, böyle gidecek!... Diyorum arkadaşlar, Paşa kendini iyice düşe kaptırdı!' Paşa öyle gerçekçiydi ki oysa! Osmanlı'dan ne kaldığını, neyi nasıl kullanacağını öyle iyi bildi ki!...
Çocukluğumuzu dolduran cin-peri masallarındaki gibi hem çok basit, hem çok karmaşık olup bitenler, bir türlü tam anlayamıyoruz onun için.
Sayfa 136Kitabı okudu
Açtı, masaya koydu dosyayı; içinden buruş kırış yazılı bir kağıt çıkarıp kaldırdı sallar gibi, gözlerini kadına dikti: "Ne bu?" dedi. Şaşkın sessizliği gene kendi bozdu. "Mektup … " Etkisini ölçüp biçer gibi gene baktı bir süre, bastırarak sordu: "Nerden çıktı bu?" Merakı artırmak için olacak, biraz uzunca baktı bu kez. Alamayacağına güvendiği yanıtı beklerken üstünlüğünün tadını çıkaran bir bakışla açıkladı: "6. Koğuş'tan Selim Birtan'ın anüsünden!" Şöyle bir karıştırıp benzeri bir kağıt daha çıkardı, onu da kaldırdı sallar gibi: "Peki, bu ne?" dedi gene. Bu kez pek uzatmadan açıkladı: "Gülsüm Kirazcı'nın vajinasından çıkmış pusula … Dosyadaki bir sürü kağıdı avuçlayıp kaldırdı. Sıraladığı kız, erkek adlarıyla havada salkım saçak sallanan, anüslerden, vajinalardan çıkmış kağıtlar, Binbaşı'nın utku belgeleri olarak birbirine karışmıştı. Somut gösterilerle kurduğu parlak egemenlikten artık kuşku duyulamayacağı inancıyla örneklerin ayrıntılarına girmişti. "Bakın şu sarı kağıdı görüyor musunuz? Nasıl elde ettik biz bunu?. Kız bunu anüsüne … "
Kişi yalnızdır. Sanatın ana kaynağı da bu yalnızlığımız değil mi?.. Önce tek kişiyiz. Benim şu salonda olduğum gibi. Etine kızgın demir vurulan adamın acısını ne denli paylaşabiliriz? Yaşama da, ölüme de tek başımıza bağımlıyız. Ölürken de tek kişiyiz, yaşarken de… Bu kalabalık, uğultulu salonda öyle iyi duyumsuyorum ki bunu…
41 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.