Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Ah, keşke ölümün eşiğinde olanların hepsi, bu benim gördüklerimi görselerdi! Bazen bunu da düşündüm. Istırap, korku, dehşet ve yaşama arzusu, hepsi bitmişti bende. Bana telkin ettikleri dini inançlardan kurtulmuş, huzura ermiştim. Tek tesellim, ölümden sonra hiçlik ümidiydi; orada tekrar yaşamak düşüncesi içime korku salıyor, beni hasta ediyordu. Ben ki henüz yaşadığım dünyaya bile alışamamıştım, bir başka dünya neyime yarardı benim?
Mustafa Kemal, 1923’te şöyle söylüyordu: “Düşmanlarımız aynı zamanda Osmanlı devletini kurmuş olan Türk milletinin de, unsur-i aslisinin de, bu memleketin hakiki halkının da, mahv ve müzmahil olduğunu zannettiler; işte bunda çok aldandılar.” “asırlardan beri düşmanlarımız Avrupa akvamı arasında Türklere karşı kin ve husumet fikirleri telkin etmişlerdir (…) Avrupa’da hala Türk’ün her türlü terakkiye hasım bir adam olduğu, manen ve fikren inkişafa gayrı müsait bir adam olduğu zannedilmektedir. Bu azim bir hatadır (…) işte Avrupa’da mütemadiyen mücadele ettiğimiz bu zihniyet mevcuttur.” Atatürk için zaferden sonra da savaş bitmedi. Milli tarihin tanıtılması, onun için İstiklal Savaşının tamamlanması demektir. İşte Atatürk’te tarih şuurunun o derece yoğun ve kuvvetli olmasının sebep ve manası… Atatürk onun için Türk tarihinin tetkikine o kadar ehemmiyet vermiştir. Türk’e büyük tarihinin şuurunu tekrar kazandıran Atatürk, Türk tarihine gelecekteki yolunu da göstermiştir.
Sayfa 142 - Türk tarihi ve Atatürk’te tarih şuuruKitabı okuyor
Reklam
Bilimsel Milli eğitim'de metafiziksel kıssalar etkisizleştirilmelidir
Mekteplerde çocuklara gençlere hep metafizik, destansal ve edebi eğitim ve öğretim telkin ediyoruz. Milli eğitimimiz tamam olmak için, metafizik, destansal ve edebi eğitim ve öğretimle beraber, maddi, gerçek ve iktisadi eğitim ve öğretim de verilmelidir ve hatta bu son kısım, evvelkisinin önüne alınmalı, ona tercih olunmalıdır.
RİSALE-İ NURDAN İSTİFADELERİM
Politikacılar, sosyologlar, psikologlar ve öğretmenler; insanlara ahirete imanı telkin etmelidir.Yoksa insanlar, ahirete iman olmazsa insanlıktan çıkarlar.
Risale-i Nur
Risale-i Nur
Bediüzzaman Said Nursî
Bediüzzaman Said Nursî
Allah (c.c.) insana merhamet etti. İnsana imtihan kapılarından geçebilme irade ve aklını hediye etti. Yurdunu da ona göre imar etti. Ona düşmanını tanıttı, düşmanın düşmanlığının sebebini de bildirdi. Düşmanı dumansız ateşten yaratılan İblis idi. Önceki adıyla Azazil. Onu bize düşman kılan ise düşman olduğunun da sahibi olduğu nefis idi. Nefsi ona kibri telkin etti. Onca ilmi nefsinin zuhur ettirdiği kibrinde eriyip gitti. Kibrini, inadı izledi. Kibri ile mevcudiyetini büyük gördü. Kendi gözünden varlığı büyüdükçe büyüdü. Ve dedi: Ben ateşten o ise topraktan, ben ondan üstünüm. Oysa ki ateş varlığını, farklı iradelerin bir araya gelmesine borçlu. Yıldırımın düşmesi, iki taşın birbirine sürtmesi, iki kuvvetin bir kuvvet meydana getirmesi ile oluşuyor oluşu ateşin acziyetini gösterdi. Ki toprak ateşi söndürür. Secde etmiyor oluşu da iki kuvvetin onu sürüklemesi ile değil mi? İnat ve kibri... Büyüklüğün en büyük göstergesi; buna takva diyoruz, emre itaatte boynun inceliği. İblis meydan okudu... Meydan okuması da güçsüzlüğü, zayıflı değil mi ki? Üstünlüğünün ispatını, topraktan yaratılanların sapıttırmada gördü ve gösterdi bize ne kadar kör olduğunu. Nefsinin, aklının, kibrinin ve inadının gölgesinde yitip gitti. Oysa ki üstünlük ve büyüklüğün en büyük tezahürleri, kendi kabiliyetinin "iyilik" uğrunda neler yapabildiğini göstermesiyle mümkündü. O ise yanmayı ve yakıp yıkmayı tercih etti. Yakıp, yıkanlar hep zorbalar değil miydi? Öyle ki İblisin aldandığı bir başka şeyde "ateşten olan kendisinin ateşin kendisine zarar veremeyeceğini düşünmesiydi." Ne büyük aldanış.!!!
O sahralarda, o çöllerde, âdetlerini muhafazada çok mutaassıp ve asabiyetlerinde fevkalâde inatçı ve kasavet-i kalp ve merhametsizlikte emsalsiz ve hattâ diri diri kızlarını toprağa gömüp öldürürlerken müteessir bile olmayan pek çok vahşi kavimler oturmakta idiler. O zat-ı nurani, kısa bir zamanda o kavimlerin ahlâk-ı seyyielerini kaldırarak ahlâk-ı hasene ile tebdil ettirdi. Hattâ o zat-ı mürşidin (asm) telkin ettiği iman nuru sayesinde o vahşi insanlar, insan âleminde insanlara muallim oldular. Ve medeniyet dünyasında medenilere üstad oldular. O zatın (asm) şu kadar geniş ve azîm saltanatı, yalnız zahirî bir saltanat değildir. Daha geniş ve daha derin yerde saltanat-ı bâtıniyesi vardır ki bütün kalpleri ve akılları kendisine cezb ve celbetmiştir. Ve bütün ruhları ve nefisleri teshir etmiştir ki kalplere mahbub, akıllara muallim ve tenvir edici ve nefislere mürebbi ve ruhlara sultan olmuş ve olmaktadır.
Reklam
MUS‘AB BİN UMEYR’İN (R.A.) İSLÂM’A HİZMETLERİ -1
İslâm dini, Arabistan’ın her tarafında ve husûsiyle de Medîne-i Münevvere’de pek süratle yayılmakta idi. Evs ve Hazrec kabileleri Ashâb-ı Kirâm’dan birinin Medîne’ye gönderilmesini talep ettiler. Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz, onlara, Kur’ân-ı Kerîm’i ve İslâm âdâbını öğretmek üzere Mus‘ab bin Umeyr’i (r.a.) gönderdi. Hz. Mus‘ab (r.a.),
Birileri İbret almalı 4 ülkeyi bolmeye calışırken
Ermenistan’ın ilk Başbakanı Hovhannes Kacaznuni’nin 1923 yılında yazdığı “Taşnaksutyun’un Artık Yapacağı Bir Şey Yok” Raporundan: “Biz, kayıtsız şartsız Rusya’ya yönelmiş durumdaydık. Herhangi bir gerekçe yokken, zafer havasına kapılmıştık. Sadakatimiz, çalışmalarımız ve yardımlarımız karşılığında, çar hükümetinin Ermenistan’ın bağımsızlığını bize
Ben ona kötü olan,dünyalık olan ne varsa onu emrediyordum. "Nefs'i emmâre" diyordu insanlar benim bu halime. Kötülüğü emreden nefs... Kötü olanı hoş gösteren, onu yapman için arzu,heves,gurur,kibir,nefret her ne varsa telkin eden.
“Hangi gülistânın gülüsün?”
Osmanlı'da farklı tarikatlara mensûb olan dervişler bir araya geldiklerinde veya bir yerde karşılaştıklarında tanışmak için "Hangi tarîkattansın?" veya "Kime bağlısın" gibi kaba cümleler yerine, nezâket ve zerâfet kokan şu ifadeleri kullanırlardı; "Hangi çeşmenin suyusun?" "Hangi gülistanın gülüsün?" "Hangi bağın bülbülüsün?" Böylece vuslata vesile olan yolların farklıda olsa, kesiştikleri yerin aynı olduğunu birbirlerine telkin ederler ve benlikten kendilerini korurlardı.
Reklam
Yapma, kandırma kendini; kendine ne telkin edersen et kim olduğunu biliyorsun.
Sayfa 368 - DOĞAN KİTAPKitabı okuyor
Annesi, “Zamanla alışacaksın,” diye telkin etmişti onu. Yalan söylemişti. Alışılmıyordu…
Nefes al, diye telkin ettim kendimi. Nefes al, yaralar iz bırakır. İzlerden kurtulmak zorundasın. İzlerden kurtulmak zorundasın. Ondan kurtulmak zorundaydın.
Bir yanın aslında istediğin hiçbir şey olmadığını, Bir yanın ise sahip olduklarının bir hiç olduğunu, Sana telkin edip duruyor. Hangisini dinleyeceksin?
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.