İnsanlar bana ben suçluymuşum gibi çok tepki gösterdiler. Komşularım kapıları yüzüme kapadılar. Çaldığım kapıları açmadılar. Sokaktaki insanlar çok kötü davranıyordu. Sokağa çıkamıyordum. Eşim çok sıkıntı yaşadı. Eşimi işten attılar. İşe gittiğinde gazeteleri önüne koyarak “Bu iş yeri namuslu bir iş yeridir” demişler.
Eşim uzun süre iş bulamadı. Gittiği bütün yerler yüzüne kapanıyordu. İnanın çocuklarım çok gün aç kaldı. En çok da bu beni üzüyordu. Hiç kimse ne akraba ne konu komşu bu insanlar ne yiyip içiyor demedi.
“Bana hastanede ” Karın öldü !” dediklerinde ne yapacağımı, nasıl tepki vereceğimi bilemedim, içimden eve gidip karıma olanı anlatmak ve bana ne yapmam gerektiğini söylemesini istedim”
Altıncı Koğuş, 1892’de yayınlanan, bir durum hikayesidir. Yarım kalan tüm kitaplarımın hüzünlü bakışlarını üzerimde hissettiğim bir dönemde okuduğum bu kitap, henüz ilk sayfalarında, bu suçluluk duygusunu üzerimden bir çırpıda silmeyi başarmıştır.
Bu tarz durum hikayelerinde olay örgüsünden ziyade, yaratılan atmosfer, karakterlerin ruh hali gibi