1596-1610 yılları arasında meydana gelen ve Celali Fetreti diye adlandırılan bu dönemde Anadolu baştan başa harabe oldu. Birinci Ahmed tahta çıktığında Celali İsyanları Anadolu'yu alt-üst etmeye devam ediyordu. Celaliler geçtikleri köy, kasaba ve şehirleri büyük bir baskı altına alıp, halkın mallarına, ürettikleri mahsullere el koyuyorlardı. Can ve mal emniyeti hiç kalmamıştı. Gençler Celaliler'e katılmaya mecbur kalıyorlardı.
Celali ayaklanmalarının Osmanlı İmparatorluğu'na en büyük zararı mevcut düzeni bozmasıydı. Onbinlerce insan çoluk, çocuğuyla evlerini terkederek başka diyarlara gitti. Binlerce köy boşaldı. Devlete vergi veren nüfus azaldı.
Büyük Kaçgun diye bilinen bu dönemde halk köylerden şehirlere kaçtı. Gittiği yerlerde de emniyet kalmayınca başka bölgelere sığındı. Anadolu'daki insanların varlıklı olanları İstanbul'a, Rumeli'ye ve Kırım'a göçtüler. Halkın yerini yurdunu terketmesi "celay-ı vatan", "terk-i diyar" ifadeleriyle isimlendirilmiştir. Anadolu halkının büyük kitleler halinde yerlerini terketmeleri 1603-1610 yılları arasında 7 yıl sürdü ve bu karışıklık dönemi resmi kayıtlarda "büyük kaçgun" ve "büyük firar" adlarıyla anıldı.
Peygamber Efendimiz İslam'ı yaymak için çalıştı. Ashab-ı Kiram manayı anladı. Onlar da İslam'ı yaymak için çalıştılar. Terk-i diyar, terk-i evlad ü evlân eyleyip, terk-i rahat eyleyip İslam'ı yaymaya gittiler...
Ebu Umran radiyallahu anh rivayet ediyor: «Biz Rum şehrinde (İstanbul'da) idik (İslam ordusunun İstanbul'u muhasarasını anlatıyor.) Rumlar büyük bir kuvvetle bize karşı çıktılar. Onlar kadar ve hatta onlardan daha fazla bir kuvvetle karşılık verdik. O gün Mısır ordusunun başında kumandan olarak Amir oğlu Ukbe bulunuyordu. Düşmana karşı
Gitmek kaç türlüdür? Uzaklaşmak, terk-i diyar eylemek, kaçma eylemleri "gitme"nin neresinde asılı durur? Gitmekteki amaç nedir ve neden hayatın altında ezilince başını alıp gitme deyişine sığınırız? Gitmek isteyip de gidememek ile gitmeyi kaçmakla teyelleyip ipini koparmak arasında nerede durur insan?
Sâcoğulları ailesi aslen Uşrüsana menşelidir. Aileden İslâm Devleti hizmetine giren ilk kişi Ebu's-Sâc Divdâd b. Yusuf Divdest'tir. Onun memleketinden ne zaman ayrıldığı bilinmemekle birlikte, Halife Me'mun (813-833) zamanında Ahmed b. Ebü Halid'in 207/822-323'te Uşrüsana'yı fethetmesi üzerine ülkesini terk etmek zorunda kaldığı tahmin edilebilir. Çağdaş tarihçiler bu aile hakkında bilgi verirken, kaynak göstermeden, Türk olduğunu tereddütsüz belirtirler.
Ebu's-Sâc, R. Evvel 254/Mart 868'de Diyar-ı Mudar, Kınnesrin, Ha lep ve Avâsım valiliğine getirildi. 256/870”da Basra çevresinde isyan ederek, kısa zamanda çok geniş sahalara yayılan ve Abbasi Hilâfeti'ni tehdiş ederek 13 yıl devam eden Zenci köleler isyanında birlik komutanı olarak bulunan Ebu's-Sâc, 261/874-875'te Ahvaz valisi oldu. Fakat burada zencilerle yaptığı iki savaşı da kaybedince, valiliğinin birinci yılını doldurmadığı halde azledildi. Daha sonra Saffariler (867-1495) safında yer alan Ebu's-Sâc, tekrar Abbasilerin hizmetine girmek amacıyla Bağdat'a gelirken Kasım-Aralık 879 sonunda Cundişâpur'da öldü.
Ebu's-Sâc'ın İslâm Devleti hizmetindeki askeri ve idari faaliyetleri 40 yıl kadar devam etmiştir. Sâmarrâ döneminde komutanlar arasındaki mücadelelere katılmamıştır. O sırada tanınan Afşin, Eşnâs, Boğa el-Kebir, Boğa es-Sağir, Vasif et-Türki gibi komutanlar düzeyinde olmasa bile, devlet erkânı içerisinde nüfüz ve itibara sahip olduğu bilinmektedir. Bağdat'ta bir grup askeri birliğe ona nispetle Ecnâdü's-Sâciyye denilmişti.
PİŞMANLIK*
Babamın mezarı kaybolmuş gibi
Hangi ada, hangi parsel o diyar
Bir karanlık kuyu; uzak, boş dibi
Kaç yıl oldu bilmem, bilmem kim sayar
Bir Kurban Bayramı bekleriz gelmez
Gidince olmuyor toprağın kokusunu da alıp
Çünkü olsun kendini öz yurdunu özlemek gibi
Bir yol vardır elbet yolculuğun zor tarafı vardır
Haydi, bu ezgili bakışın karşılığı olsun aramızda
Aramızda sözü olsun aklını kanatlandırıp iyice
Bir şey kalmıyor kimseye çıkıp renklerin içinden
Gidince bir başına arkasında kalan ne varsa
Dünya konukseverdir insan yolcudur burada.
İnsan varlık içindeki yokluk insan iki yakası hayatn
Ölüm terk-i diyar ölüm öz yurduna varış; ölüm hep
Bırakıyor cevherimdir diyerek koynuna toprağın
İnsan açgözlü insan huyundan vazgeçmeyen insan
Ölüm alıyor sonunda ayırıyor canından malından
Kurtarıyor dünya ağırlığından kibrini saltanatını
Katıyor hamuruna yeni baștan dirilmeye doğru
Böylece baslıyor yolculuğu âdemin.