Adın üç kere geçti saçma sapan bir filmde.
Yalnız olsam çok ağlardım ama annem bakıyordu.
Otoban dolusu gürültüyü sıkıştırılıp beynime;
"Anne," dedim, "Hadi çay koy da içelim.."
Arkamda bıraktığım otuz küsür yıl bana şunu öğretti:
Doğup büyüdüğü yere ait değil insan. Acı çektiği ya da çok mutlu olduğu yere de ait değil. İnsan, olmak isteyip de olamadığı yere ait. Şey gibi bir his işte bu; çok, çok susamak gibi...
Ali Lidar 2014'te hayatıma girdi. Tanıştık demiyorum Tesirsiz Parçaları okurken zaten hayatımdan bir parçaymış Tepebaşı Dükü. Hayatıma girmeseymiş sanki bir eksiklik kalacakmış hissi. Öyle tamamladı hissettiklerimi. Siz seversiniz sevmezsiniz orası beni ilgilendirmez.
Ali Lidar her zaman sığındığım liman olmuştur. Her ne çıkmazda olsam bir Ali Lidar okurum. "Ekseriyetle" iyi gelir yolumu bulup devam ederim.
Öyle herkes anlamaz onun dilinden. Başka bir lisanı vardır. Yakalayabilirseniz, sizi sarıp sarmalar.
Tepebaşı parkında ki "üçüncü bankın sağ çaprazında ki çam ağacının üçüncü boğumundaki budağı ve o budağın üzerinde ki baş harfini" tam olarak yerinde görmek.
Günlük hayatta karşılaştığı her şeyi anlattığı bir 'Ali' dili var. Kendi hayatını anlatırken de.
Okurken sanki o eski bankta yan yana oturuyormuşsunuz, elinizde de birer bira.. Kırmızı tuborg.. Gazeteye sarılı..
İyi Okumalar.!