“Yüce Allah kederi yaratmış ki, tezatından saadet doğsun bu dünyaya boşuna Âlem-i Kevn-ü Fesad, yani Oluş ve Varoluş Alemi denmemiştir. Burada her şey tezatından tezahür eder. Bir tek Rabb’ın zıttı yoktur. O yüzden O hep sır kalır.”
İfade edilmemiş duygular asla ölmez; sadece diri diri gömülür ve sonradan daha korkunç şekillerde tezahür ederler.
Reklam
Cenâb-ı Hakk’ın bilebildiğimiz veya bilemediğimiz bütün İlâhî sıfatlarının en fazla tezâhür ettiği üç tecellî mekânı vardır: a. Kâinât b. Kur’ân-ı Kerîm c. İnsan Kâinât, esmâ-i ilâhiyenin fiilî, Kur’ân-ı Kerîm ise kelâmî bir tezâhürüdür. Diğer bir ifâdeyle Kur’ân-ı Kerîm, kelâm sûretine bürünmüş bir kâinâttır. İnsan ise, kâinâtın özü ve tohumu gibidir. Çünkü Allâh’ın hemen hemen bütün sıfatlarından az veya çok nasîb almış tek varlık odur. Ve onun “eşref-i mahlûkât” olarak zikredilmesinin sebebi de budur.
''... günümüz insanı ümidini çok kolay yitiriyor. İmkânsızlıklar içerisinde verilen istiklal mücadelemiz, içinde yaşadığımız yılgın tüketim toplumuna bu kadar kolay umutsuzluğa kapılmaması gerektiğini hatırlatmalı. Ne kadar 'namüsait bir mahiyette tezahür' ederse etsin, Mustafa Kemal'in 'içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin' sözlerini unutmamalı. Ve kendisine sormalı: İlk olumsuzlukta duçar olan ve en şanssız neslin kendimiz olduğunu düşünen bizler, 16 Mayıs 1919'da Bandırma vapuruna biner miydik? Orduları darmadağın olmuş, toprakları işgal edilmiş, halkı bitap düşmüş bir imparatorluğa son bir nefes verebilmek için başarılarla dolu bir kariyeri riske eder miydik? Apoletlerimizi feda edip yapayalnız bir mücadeleye girişmeye cüret edebilir miydik? Bugün patronlarına bile itiraz edemeyen bizler, bizzat padişaha ve halifeye baş kaldırabilir miydik? Yoksa fildişi kulelerimizden söylenmeye devam eder ve ataletin kollarına mı atılırdık? Hiçbir şeyin değişmeyeceğine ve kahramanlık hikâyelerinin masallara özgü olduğuna kanaat getirip İstanbul basınına layık bir karamsarlığın konforuna mı sığınırdık?''
Kafa Dergi
Ey Türk gençliği! Birinci vazifen; Türk istiklalini, Türk cumhuriyetini, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dâhilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklal ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin. Bu imkân ve şerait, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklal ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dâhilinde iktidara sahip olanlar, gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri, şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakruzaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir. Ey Türk istikbalinin evladı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk istiklal ve cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur. Mustafa Kemal Atatürk 20 Ekim 1927
Savaş sadece başka disiplinlerden farklı değildir, her savaş birbirinden farklıdır. Yani bir savaşın dinamikleri ve felsefesi, başka bir savaşta aynen tezahür etmez.
Sayfa 29 - Kronik KitapKitabı okudu
Reklam
1,000 öğeden 981 ile 990 arasındakiler gösteriliyor.