Bazen tek başına sadece doludizgin koşmak istersin ardında ve arkanda zihnindeki düşünceleri birer birer bırakarak sonra bir anda tökezlersin ve bir daha gerçekler tokat gibi vurur yüzüne ardından gözlerinden bir yaş akar herşeyin son bulduğunu bir hiç olduğunu anlarsın ancak çok geçtir. ECA.
‘Benim gibi çoktan mahvolup yozlaşmış birini ne yapsınlar?
“Hep erkeklerden –karanlık sokaklarda bana saldırmak için pusuya yatmış erkeklerden– korkardı; bir ağacın arkasında beni bekleyen seks manyaklarından, canavarlardan. Kaç kez uyarı yağmuruna tuttu beni. Erkekler sınırsız derecede şehvet düşkünü vahşilerdir. Erkekler hayvandır… ben de içimden ona katılıyordum. Bir keresinde, sokakta bir teşhirci gördüğüm için beni azarlamıştı. Adamın ilgisini çektiğime göre, benim de bir şeyler yapmış olduğum kanısına varmıştı. Öfke ve korku içinde, bütün erkekler yerçekimi yasasıyla bana doğru çekiliyormuş gibi, söylenip durmuştu. Ona, ‘Benim gibi çoktan mahvolup yozlaşmış birini ne yapsınlar? Ben kimsenin işine yaramam ki,’ demiştim. O da bana bir tokat patlatmıştı, çünkü söylediklerim doğruydu.”
Reklam
Real’i sille tokat, tükü­ rüğe boğarak salonun nerdeyse bir ucundan öbür ucuna sürdüler. Önce yumrukluyorlardı, sonra Real’in yumruklan savuşturmak için hiçbir çaba harcamadığını görünce tokat­ lamaya, atkılarının püskülleriyle vurmaya başladılar. Anlaşı­ lan, işin gerisini Rosendo’ya havale etmeyi düşünüyorlardı. Rosendo sırtını karşı duvara vermiş, tek bir söz söyleme­ den kıpırtısız duruyor, öylece cigarasını tüttürüyordu. Ama, bizim birazdan farkına varacağımız durumu belki de çoktan çakozlamışçasma, ufaktan bir kaygı dolanıyordu yüzünde. Kasap hâlâ dimdik ayaktaydı, birkaç sıyrığı vardı, o kadar. Bizim kaşalotlarsa adamı küfür kıyamet Rosendo’nun önüne doğru sürüklüyorlardı. Real, Rosendo’yla yüz yüze gelince, ilk kez bir kelâm salladı. Gözünü kan bürümüştü; yüzünü ceketinin koluna silip, sanırım şöyle bir lâf etti: “Bana kuzey yakasının oralarda Francisco Real derler. Bu sapısiliklerin üstüme saldırmasına sesimi çıkarmadıysam, adam gibi bir adam arıyorum da ondan. Riyavet o ki, bıçak oynatmada usta biri varmış bu çöplükte. Hacamatçı derler­ miş. Dediklerine göre, bitirim adammış. Bizi de bir şereflen- dirse diye düşündük. Kimbilir, naçizane, bir şeyler kapardık kendisinden belki de...”
·
Puan vermedi
Sevgili Peşkov Horoşeye'nin yalanlarını yakalamasından hoşlanması beni şaşırttı ve dilimde söylenmeyi bekleyen sayısız yalan cümlenin vakti gelince anlaşılacağını bilmek hüzün verdi içime. Muhakkak ki Peşkov gibi çocuk olsaydım yalan söylemek de yakalanmak da hoşuma giderdi çünkü söylenip söylenmemesi hiçbir şeyi değiştirmeyecek yalanların
Çocukluğum
ÇocukluğumMaksim Gorki · İlya Yayınları · 201315,6bin okunma
Çıktım erik dalına…
Prof. Dr. Mehmet Çelik ... Yûnus Emre'nin; Çıktım erik dalına anda yedim üzümü Bostan ıssı geldi eydür uğruladun kozumu
"Kendini nasıl bir şeyin içine soktuğunun farkında mısın Angelina?" diye sordu. Baldırındaki kılıftan bir bıçağa uzandı- ğında kocaman gözlerle izledim. Göğsüme doğru yönelttiği kocaman bıçağı takip ettim ve bıçağın hafif kıvrımlı ucunu gömleğimin ilk düğmesinin altına taktı. Pürüzsüz metal yüzeyinin üstünde kurumuş kana benze- yen
Sayfa 158
Reklam
Sabah, gülüyor musun diye sorduğunda sanki yüzüme tokat yemişim gibi hissettiğimi elbette ona söyleyemezdim. Çünkü evet, gülmüştüm. Bir an, sadece kahrolası tek bir an hayatımın kapkara gerçekliğini unutmuş, yaşadığımız yalanı gerçekliğim yaparak mutlu hissetmiştim kendimi. İşte buydu gizlediğim... Hakkım olmadığı halde bir an için mutlu olmak...
23 Yaşımdan sonra yüzüme tokat gibi vuran gerçekler ; * Ailen seni gerçekten sevmiyor... * Ne yaparsan yap asla ama asla onlara yaranamayacaksın...
224 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
3 günde okudu
Delinin defteri
Öncelikle kitap, neva bulvarı, burun, portre, palto, bir delinin anı defteri ve fayton adlı altı eserden oluşmaktadır. Neva bulvarı adlı bölümün genelinde yüksek sosyete mensuplarının tabiriyle hiyerarşinin kol gezdiği alt-üst sınıflarının yoğun olarak hissedildiği, günümüz ölçütünde bağdat caddesi, Şanzelize caddesi olsun, tamamıyla lükse karşı
Bir Delinin Anı Defteri - Palto - Burun - Petersburg Öyküleri ve Fayton
Bir Delinin Anı Defteri - Palto - Burun - Petersburg Öyküleri ve FaytonNikolay Gogol · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 201955,2bin okunma
Güzel sevgilim altımda hareket etmeye devam etti. Gözleri kapalı, bir haz denizinde kaybolmuş gibiydi. Ben ise suratıma tokat gibi çarpan gerçeklerin dehşetiyle bakıyordum ona.
Sayfa 270
Reklam
Geri geri kaçışını izledim. Siyah yorganın üzerinde kaymak gibi cildi mükemmel bir zıtlık sergiliyordu. Yastığıma yaslandığında saçları tüm yüzünün üzerine dökülmüş; altın zinciri, ebedi aşkımızın bir hatırası olarak boynundan sarkmıştı. Hiç tereddütsüz yatağa tırmandım ve omuzlarımdan sarkan gömlekten kurtuldum. Ağzını, boynunu, kollarını,
Sayfa 270
"1979 yılında o zamanlar henüz pek tanınmamış olan performans sanatçısı Marina Abramovic, gösteri sanatları tarihinin en unutulmaz, en konuşulan ve belki de en korkunç gösterilerinden birini gerçekleştirdi." Rhythm 0 adını verdiği bu gösteride, yaptığı şey aslında çok basitti: Olduğu yerde sabit durmak. Bunun yanı sıra gösteriyi izlemeye
Ya ben de çoğu kadın gibi sonuna dek gitseydim … hani hep son yedikleri tokafı son tokat sanalar gibi
Sayfa 198Kitabı okudu
144 syf.
·
Puan vermedi
·
5 saatte okudu
"Kur'an bize yeter(!)" deyip onlarca cilt kitap yazan insanların yaşadığı bir çağda yükte hafif değerde ağır olan bu eser, bu iddiada bulunanlara tokat gibi cevaplar veriyor. Kitabın gövdesini İmam Şafii ve Beyhakî'nin sünnetin önemi ve gerekliliği üzerine yapılan açıklamaları kaplıyor. Devamında da Suyuti'nin bu konuyla ilgili açıklamaları delillerine yer veriliyor. Kitabın sonunda da Kur'an bize yeter iddiasında bulunanların aslında kim oldukları ve ne niyetle bunu yaptıklarına değiniliyor, Rafizilerle ilgili bir bölüm de mevcut. Allah bütün imamlarımızdan razı olsun.
Sünnetin İslam'daki Yeri
Sünnetin İslam'daki Yeriİmam Suyuti · Otto · 2016506 okunma
Şehir dışında kişi, yalnızca doğanın ince işlerini görüyor ve şehrin kalabalığında varlığını sürdürmeye çalışan insanların mücadelesinden dolayı ruhu kedere gömülmüyor. Fakirlerin yaşadığı kirli ve dar sokaklarda dolaştığımda güzel ve büyük evlerde yaşayan insanların bunu hiç düşünmeden ne kadar mutlu olduklarını düşünmek beni isyana sürüklüyor. Güneşsiz sokaklarda, yarı giyinik ve aç dolaşan çocuklar uzattığınız elden tokat atacakmışsınız gibi kaçarlar. Zavallı küçük yaratıklar, onlar benim kalbimde büzülüp kalırlar ve beni hiç dinmeyen bir acı içinde bırakırlar. İnsanlıktan çıkmış, büzülüp kalmış kadın ve erkeklerin nasırlaşmış ellerini tutarak onların yaşam mücadelelerinde ne kadar acı çektiklerini anlıyorum. Güneşin ve havanın tanrının, tüm insanlığa hediyesi olduğu düşünülür ama gerçekte öyle midir? Şehrin varoşlarında güneş ışıldamaz ve hava kirlidir. İnsan nasıl kardeşinin yoksulluğunu unutur ve önüne gelen ekmeği yiyebilir. Ah, keşke insanlar şehrin şaşaasını ve kalabalığını bıraksa ve doğaya dönüp basit ve dürüst hayatını yaşasaydı! O zaman çocukları ağaçlar gibi asil ve düşünceleri çiçekler gibi tatlı ve güzel olur muydu dersiniz? Şehir dışında bir yıl çalıştıktan sonra şehre dönünce bunları hayal etmemek olanaksız.
Resim