“Binlerce lanet olsun, o ilk hayalci kimse,
Lanet o budalaya, o dürüstlük satana,
Çözümsüz ve kısır bir sorunu benimseyip
Aşka dürüstlük denen saçmalığı katana!”
(Femmes Damnées – Charles Baudelaire
Çeviri: Erdoğan Alkan )
Bir şiir yazıyordum geçen yaz… İçinde geçen dizeler şöyleydi; “Süleyman şarkısını söyleyemeyecek kadar yorgunken/
Dikenler ve Güller Sarayı Bu kitabı baya önce okudum ama son zamanlarda karşıma daha fazla çıktığı için şimdi yorumlayacağım. Daha doğrusu seriyi toptan yorumlayacağım. Umarım unuttuğum kısım olmaz.
Öncelikle ben bu seriyi sevmiyorum. SJM'nin downfall. Çok da yüksekten düşmediği için canı yanmamış gibime geliyor ama yine de düşüş düşüştür. Cam Şato gibi
Yeni yeni anlamıştı ki;
Yaradılışı ve yetenekleri ona en çok uygun olan erkek oydu,
Anlayışı ve huyu ona hiç uymuyordu ama bütün arzularının karşılığıydı,
İkisinin de yararına olacak bir birliktelikti,
Kadının rahatı ve canlılığıyla adamın aklı yumuşayacak, tavırları düzelecek ve adamın sağduyusu, bilgisi ve hayat tecrübesiyle kadın daha önemli şeylerden faydalanmış olacaktı.
Ama hiçbir mutlu evlilik beğeni dolu insanlara evliliğin gerçek mutluluğunu öğretemezdi...
Jane Austen
(Kendini ifade tarzı dram dolu hayatını okuduktan sonra bana çok da tuhaf gelmeyen bir yazardır kendileri, önceleri tuhaf geliyordu.. aşkı bu denli tutkuyla ve cesaretle kağıda dökebilmek normal bir insanın yeteneği olamazdı, gerçek hayat hikayesini okuduğumda anladım ki aşk insanın içinde zaten var olan yeteneğe farklı bir boyut kazandırarak dünya çapında tanınacak kadar değerli olmasına vesile oluyormuş, çoğu büyük yazarın hayat hikayesini okuduğumda hikayelerinin aşkla başladığı buna kanıtımdır.)
Tek başına gitmek çok zor, sendelersin, düşersin, kim kaldırır? Yorgunsun, kim destek olur? Sen sessiz sessiz yeryüzünden ve zamandan geçen gezginsin..
Alfred Döblin