AYDIN MISIN ?
Kilim gibi dokumada mutsuzluğu
Gidip gelen kara kuşlar havada
Saflar tutulmuş top sesleri gerilerden
Tabanında depremi kara güllelerin
Duymuyor musun
Beşiktaş'ta Barbaros Hayrettin Paşa Anıtında, Barbaros heykelinin tam arkasında Yahya Kemal'in şu mısraları yer alır:
Deniz ufkunda bu top sesleri nerden geliyor?
Barbaros belki donanmayla seferden geliyor
Adalardan mı? Tunus'tan mı? Cezayir'den mi?
Hür ufuklarda donanmış iki yüz pare gemi
Yeni doğmuş ayı gördükleri yerden geliyor.
Ol mübarek gemiler hangi seherden geliyor?
Neyzen Tevfik'in anıtı gördükten sonra yazdığı mısralar:
Ebedi bilgini hayrettin kaptan
Beş asır önceden biliyor gibi
Ikına sıkına yazdığın şiire
Barbaros kıçını siliyor gibi..
Ekilen ötekileştirme ve dışlama tohumları, aşağılama ve insan olarak bile görmeme gübreleri ile büyütülünce soykırımlar, katliamlar ve savaşlar kaçınılmaz oluyor. Yıllardır kader birliği yaptığın insanlar, komşuların bir anda düşmanın olup, karşına dikiliyor. Açlık, sefalet ve ölüm öylesine kolaylaşıyor ki! Yağmurlar duruyor, kan akıyor her bir yerden, kuşlar susuyor, top sesleri, kurşun sesleri çınlatıyor dört bir yanı, sokaklar, caddeler ölmüş insan bedenleri ile dolmuş, ölüm kokuyor adeta... Geçmişte yaşanan bu manzaralar bir daha yaşanmaz diye düşünüldü ve ya düşündük, ama hep yanıldık. Yakın tarihteki Almanya' daki Nazi kampları, Hutular ve Tutsiler - Ruanda Soykırımı derken daha dün gibi hafızalarımızda sıcaklığını koruyan Sırpların Boşnaklara uyguladığı mezalim ve soykırım. En masum ve en suçsuz insanları yok etti ve etmeye de devam edeceğe benziyor böyle giderse. Bakıldığında üç soykırımda ve benzerlerinde de hep başlangıç noktaları aynı, uygulamalarda küçük farklılıkları var sadece. Modern Avrupa' nın göbeğinde olan soykırıma diğer ülkeler seyirci kaldı. Yapmacık ve yapay konuşmalar, formaliteden arabulucular semeresini ölümlerle, açlık ve sefaletle verdi hep. Yarınlarda bizlerinde aynı akıbeti yaşamamız konusunda rehberlik edecek ve ışık tutacak bir eser. Şahsen okuduğum süre içerisinde ülkem için tedirgin olmadım dersem yalan olur...
Yüzer…
Dalar…
Çıkar!..
Birinci Dünya Savaşı sonrasında, yeni bir oyuncak görürüz çocukların ellerinde. Bu oyuncak, ilk kez Birinci Dünya Savaşı'nda gemilerin korkulu rüyası olmaya başlayan denizaltıdır. 1930'da, Sutdiffe Pressing şirketi tarafından üretilen "Undawunda" adlı oyuncak denizaltı kısa sürede gözdesi olur erkek
Karşı dağlarda tutuşmuş gibi gül bahçeleri,
Koyu bir kırmızılık gökten ayırmakta yeri.
Gökte top sesleri var, belli, derinden derine;
Belki yüzlerce şehir sesleniyor birbirine.
Çok yakından mı bu sesler, çok uzaklardan mı?
Üsküdar`dan mı? Hisar`dan mı? Kavaklar`dan mı?
Bursa`dan, Konya`dan, İzmir`den, uzaktan uzağa,
Çarpıyor birbiri ardınca o dağdan bu dağa;
Şimdi her merhaleden, taa Bâyezîd`den, Van`dan,
Aynı top sesleri birbir geliyor her yandan.
Ne kadar duygulu, engin ve mübârek bu seher!
Kadın erkek ve çocuk, gönlü dolanlar, yer yer,
Dinliyor hepsi büyük hâtırâlar rüzgârını,
Çaldıran topları ardınca Mohaç toplarını.
Gazze'den derin derin top sesleri geliyor İngiliz gülle ve bombaları Osmanlı İmparatorluğunun tacını parçalıyordu.
Bu bir damla ELMAS'ın hikayesi!
Bir müddet sonra Enver Paşa birinci ferik olmuştu. Bu da Dördüncü Ordu Komutanı için ağır bir darbe idi.
Beyrut valisi ile Cemal Paşa arasında ne geçti bilmiyorum. Fakat ertesi günden itibaren kumandana her taraftan birinci ferikliğini tebrik telgrafları yağmaya başladı. Cemal Paşa güç durumda idi.
İstanbul'a yazdı: "ne diyeyim, olmadı diye yazsam küçük düşerim, cevap versem olmadım ki, yazayım!" diyordu.
İki gün sonra Enver Paşa, Cemal Paşanın birinci ferikliğini tebrik ediyordu.
Bu da iki santim SIRMANIN hikayesi.
Vadii Sarar'dan şimale gideceğinize, şarka dönseydiniz bir iki saat sonra birtakım top sesleri duyacaktınız. Siz bu topraklara buğday ekiyorsunuz, biz kanımızı ve kemiklerimizi gömüyoruz, demek istiyordum.
Kalabalık bir topluluk içindeydi. Başarısızdı. Parası yoktu. Dileniyordu.
Caminin önündeydi. Büyük bir camiydi bu.
Minareleri, kubbeleri, kemerleri ve parmaklıklı pencereleri filân hepsi tamamdı. Özellikle avlusu: dilenenler için en önemli yer. Bir kenarda duruyordu.
Hiçbir hüner göstermediği için ya da acındırıcı bir garipliği olmadığı için
1999 Mart'ında pek çok kitap yazmış, ilginç bir köy imamı ile ilgili araştırma yapmak için Edremit'e gitmiştim.
El Ezher'de okumuş, Teşkilat-ı Mahsusa'da çalışmış, Çanakkale-Filistin cepheleri, Milli Mücadele derken, yıllar sonra Edremit'e dönmüş, binlerce kitabını Edremit kütüphanesine bağışlamış birisi:
Tahir Harimi Balcıoğlu
Onun ile
Düşman! Düşman nasıl şeydi? Niçin geliyordu? Biz niçin kaçıyorduk? Bu toplar ne biçim şeylerdi?
Birden, “Tren geliyor!” diye bağrışmalar oldu. Herkesin baktığı tarafa baktım. Ufkun orada simsiyah, kucak kucak dumanlar…
Telgraf tellerindeki kuşlar silkindiler, başlarını omuzları arasından çıkarıp, gelen trene baktılar.
Lakin top sesleri…
Tren, henüz durmamıştı, birdenbire üşüşen insan kalabalığı içinde onları kaybettim. İnsanlar saldırmışlardı. Babaannem elimden şiddetle çekti:
– Aptal aptal bakınmanın sırası değil, yürü!
Evet ama… Kuşlar? Onları düşmandan kaçıracak babaanneleri yoktu ki!..