Zülfü Livaneli kalemini çok sevdiğim Türk yazarların başında gelir .Diğer kitapları ile kıyaslayınca bu kitapta daha farklı bir üslupla karşılaşıyoruz. Dönemin havasına uygun daha şairane cümleler ve derin ifadeler yer alıyor kitapta. Hırs ve iktidar konusunu psikolojik açıdan ele alan yazar, her ne kadar Osmanlı’da geçen bir zamanı ele alsa da kitabını tarihi bir kitap olarak tanımlamamış tarihin burada zemin görevi gördüğünü ifade etmiş . Gerçekten de olayların geçtiği mekandan ve zamandan ziyade kişilerin ruh halleri kitabın odağını oluşturuyor.
Kitap ilk olarak Engereğin Gözündeki Kamaşma ismiyle basılsa da gelen tepkiler üzerine kısaltıp şu anki şeklini almış .Kitabın konusuna gelecek olursak ,yıllarca Topkapı Sarayı’nın hücresinde tutulan şehzadenin birden tahta çıkması ile yaşanan çatışmalar işlenmiş . Bir yandan koca bir imparatorluğun hükümdarı bir yandan da Afrika’dan koparılıp getirilmiş hadım ağası Süleyman Efendi’nin harem hükümdarlığı paralel olarak işleniyor.
Kitap köle-efendi ilişkisi üzerinden iktidar hırsını, büyüleyiciliğini , saray entrikalarını her zaman anlatılandan farklı bir bakış açısıyla bizlere anlatıyor. Kısa ama etkili bir kitaptı . Yazarın en beğendiğim kitapları arasında yerini aldı . Okuyacaklara keyifli okumalar dilerim.
Engereğin GözüZülfü Livaneli · Doğan Kitap · 201916,2bin okunma
400 yıllık bir zaman dilimi içerisinde Osmanlı’nın yönetim merkezi olan Topkapı Sarayı, dünyadaki emsalleriyle karşılaştırılamayacak ölçüde sade ve mütevazı. Sanki bir medrese gibidir.
Cihana hükmeden padişahların yaşadıkları tekke gibi mütevazi ancak manevi ve uhrevi havasıyla vakur ve ihtişamlı Topkapı Sarayı’nı gezmek, Osmanlı’yı tanımak olacaktır.
Evet bir hançer ağacı gibi büyüyor içimde acı
Dağlardan bir dağ gibi kabaran yüreğimde.
Kargaların sırtlanlarla anlaştığı bir günde
Bir yabancı fırtınaya tutulan yapraklarım
Kudüs'te mescid-i aksa'da
Belki bir Batı karanlığında topkapı'da
Yangına uğramışsa
Duymaz olmuşsa kulaklarım göklerin mustu sesini
Elbet kıracağım bir gün bu ihanet kelepçesini
3 Kasım 1839 günü hükümdarların tarihi konutu olan Topkapı Sarayı'nın altında bulunan Gülhane'de imparatorluk fermanının okunması, haklı olarak Osmanlı reformunun başlangıcı olarak kabul edilir, Bu ferman Tanzimatı, yani "yeniden düzenlemeyi ilan ediyordu: bu ılımlı sözcük tercih edildi, çünkü açıktan açığa yenilik, reform, devrim düşüncesini ortaya koyan bir sözcük muhafazakar Müslümanları, gelenek bekçilerini ve bunların yolundan ayrılmayan cahil kitlelerinin muhalefetini artıracaktı.
İskender Pala'nın kaleminden harika bir eseri daha okumuş bulunmaktayım. 1818 Mayıs'ında Topkapı Sarayı'ndan üç sürre devesi yola çıkar. Topkapı Sarayı'ndan başlayıp Mekke-Medine'ye uzanan yollarda kervanlar günbegün artacak ve Kabe'ye elli bini aşkın hacı ulaşacaktır. Bu yolculuk hiç de kolay olmayacaktır çünkü önlerinde sürekli bir engel olacaktır. Kum fırtınaları, çölde seraplar, susuzluk, pusuda bekleyen çeteler... Kervanda öyle isimler var ki her birinin hikayesi çok güzel işlenmiş. Benim en sevdiğim karakterler Hüdayi ve Yahya oldu. Hüdayi bir meczup olarak görülür ve kervana neden dahil olduğu bilinmez. Kah meczup gibi davranır kah oldukça akıllı... Yahya ile başta yıldızları barışmıyor gibi gözükse de can yoldaşı, iki dost olurlar. Hüdayi'nin kervana girme sebebi ise ters köşe oldu bence. Hüdayi'nin kim olduğu, Nadide ile bağlantısı... Anlatılmaz yaşanır bir kitap diyorum. Hele o Medine-Mekke sahneleri... İnsan okurken bile adeta sanki orada yaşıyor gibi oluyor. Hepimize bir gün görmek nasip olsun inşallah. İskender Pala'nın her eseri ayrı muazzam. Kitaba puanım 10/10.
Pamir Gıda'nın Topkapı'daki tesislerinde Mayıs ayından beri üretim yapan Haribo'nun Türkiye'de ürettiği şekerleri Almanya'ya bile götürüp Müslüman dükkanlarında sattığı ifade edildi.
Konu ile ilgili olarak görüştüğümüz Haribo Firması'nın Türkiye'deki tesislerinin Mali ve İdari İşlerinden sorumlu Mehmet Özdemirci, Türkiye'nin imaj değiştirmek için tercih edildiğini ifade etti. Haribo'nun dünyanın 18 bölgesindeki tesislerinde yaptığı üretimlerinde domuz jelini kullandığı için Müslümanların pazarlarına giremediğini ifade eden Özdemirci, PAMİR Gıda alındıktan sonra ambalajların üzerine satışta bir hareketlenme olduğunu kaydetti.
Şu an itibariyle sadece Topkapı'daki tesislerde üretim yaptıklarını belirten Özdemirci, hem "Haribo" hem de "Pamir" markası ile üretim yapacaklarını ileri sürdü: "PAMİR Gıda'nın iç piyasa ve Ortadoğu'daki bazı Müslüman ülkelerden müşterileri bulunuyor. Onun içinde olaya tamamiyle ticari bir gözle bakılıyor. Haribo'nun güçlü olduğu bölgelerde bu marka ile, olmadığı yerlere ise PAMİR markası ile girilecek. Bazı tesislerimizde domuz jeli kullanılarak üretim yapılıyor, bazılarında ise sığır veya tavuk jeli kullanılıyor."
Sultanın bu saplantısı, insan soyunun başlangıçtan beri yüzünde taşıdığı bir organın adı olan burun kelimesinin on yıllarca yasaklanmasına yol açmıştı.
İmparatorluk dahilinde kimse burun diyemez, hiçbir yazar gazeteye böyle bir kelime yazamazdı.
Sanki milyonlarca insan bir anda burunsuz kalmıştı.
Topkapı Sarayı’nın bulunduğu sahilin adı olan “Saray Burnu” bile insanın başını belaya sokacak bir yerdi. “Saray önü “gibi yeni bir tarif gerekiyordu.
Topkapı önlerinde bulunan Zağanos Paşa komutasındaki yeniçeriler büyük bir cesaretle ileri atıldılar. İçlerinden yiğitliği ve kahramanlığı ile ün salmış bulunan Ulubatlı Hasan isimli bir yeniçeri ok yağmuruna aldırış etmeden surlara tırmanmayı başardı. Bu hareket diğer yeniçerilerin azim ve imanlarını artırınca topluca surları tuttular. Artık önüne geçilmez bir sel halini almış, şehrin içine doğru akıyorlardı.
Bütün asırları, bütün mekânları büyüleyen Süleymaniye gibi bir eseri yaptıran Kanunî Sultan Süleyman ‘ın Topkapı Saray ‘ından çıkmak aklına gelmemiştir. Ünlü mimarına büyük, süslü bir saray yaptırmayı düşünmemiştir.
Harem eğlencelik bir yer değildir, her şeyden önce bir evdir. Hiç değilse her ailenin evi kadar saygı gösterilmesi gerekir. Topkapı Sarayı' nın Harem dairesi önceden öğrenerek sessizce ve edeple gezilecek bir yer olmalıdır..
"... Fahreddin Paşanın yağmadan kurtardığı kutsal emanetler, Bugün Topkapı Sarayı yerine British Museum'da sergileniyor olsaydı, BAE'li Bakan ağzının suyu aka aka o sergileri ziyaret edecekti muhtemelen. "
Şer'i hukukun yanında saygın örfi bir hukuk vardır. Aynı zamanda Hıristiyanlar ve Museviler için kendi cemaatlerinin hukukunun uygulanması söz konusudur. Hatta Rum Ortodoks cemaati için Turkokratia dediğimiz dönem, yani Geç Bizans hukukunun metinleri ve içtihatlarının devamı söz konusudur. İmparatorluk büyüktür; ama Yeniçağın imparatorlukları gibi sivil hayatta bir israf henüz söz konusu değildir. Doğrusu imparatorluğun zenginliğini doğuran kaynaklar ve bu kaynakların kullanımında kamusal otoritenin, kamu yönetiminin, idarenin heykelleşmesi, soluklaşması ön plandaki endişeydi. Güzel binalar camilerdi, sebillerdi, medreselerdi, büyük kapalı çarşılardı. Şurası çok açık bir keyfiyettir; 16. yüzyıl İstanbulu'nun zarif de olsa en güzel ve zengin binası Topkapı Sarayı değildir.
Nişâburek bir ay doğardı Topkapı göklerinden
Kan sızardı şehzadenin burun deliklerinden
Şeyh Bedreddin kanatırken feodal bir yâreyi
Cenin akardı sarayın mermer oluklarından
Altın çağlara doğru aydınlandıkça geceler
Haremler boşaldı ölümlerin, ölmez klasiklerinden
Yıldızdağı türküleri yandı gülün acısından
Ve Hızır'ın Sivas'taki kanlı direklerinden
Ozanın ve yoksulunkefeni gökyüzüdür
Biri gül, biri ekmek diye öldüklerinden
Unutma ki seni seven, seni unutmayandır
Zaman geçer, lâkin ölmez, kalır güzelliklerinden
Sayfa 57 - Fe Yayınları, Birinci Baskı, 1991 / Ankara, YANGINLAR ve YAĞMURLAR