Demet Aşkın yazdı...
EFELYA & ŞİİRKENT'İN NARÇİÇEĞİ
YA DA
FERHAT İLE ELİF...
"vakit çiy demi
adını fısıldıyor gecenin dudakları
neredesin..."
Yazar ve şair Mehmet Binboğa'nın ilk romanı olan Efelya'yı bir gecede bitirmiştim. Efelya'da hikâye; Erzurum- Eskişehir, Italya
Kişisel başarı dilde ve gösterim biçimlerinde yaratıcılığa bağlı kaldı; bunun sonucu, Lunn'un (1985: 41) belirttiği gibi, modernisı yapıtın "kendi gerçekliğini kasıtlı olarak bir yapay ürün ya da bir oyun gibi göstermesi", böylelikle sanatın büyük bölümünün "toplumun aynası olmaktan ziyade kendine dönük bir ürün" haline gelmesi oldu.
Bir romanı bir toplumun aynası gibi göremezsin, toplumun, hayatın gerçeği olarak alamazsın onu. Roman en iyi ihtimalle bir yazarın ütopyasıdır, gerçeğin bir izdüşümü olmaya çalışan, yazarın düşlerinin toplamıdır. Sence de öyle değil mi?" Belki kalkmaz diye son soruyu özellikle soruyorum.
Geldin, seni bekliyorduk.
Hoş geldin.
Mutluluk getirdin.
Gelişin bir bayramdır.
Giderken de bayram bırakarak gidersin.
Yalnız bir ayı değil, yılı ve ömrü onaransın.
Zamana yakut, cevher özünü veren bir ustasın.
Kentleri de ruhlar gibi aydınlatırsın.
Toplumun ruhunu, ruhlarımızın iç kalesi haline getirirsin.
Ruhumuzun hakikate dönük sırlı aynası Ramazan.
Sana selam ve senin bilincine varanlara mutluluk..
Aile, okul, toplum ve ülke akılsızlarla dolu olduğu için böyle akılsız çocuklar yetişiyordu. Pis, zayıf, kötü kokan, çirkin, burunsuz ve gözsüz ama mutlu çocuklar. Bu çocuklar toplumun ve ülkenin aynası ve yetişkinlerin cezasıydı.
Dostoyevski bir toplumun hapishanelerine girerek onun hakkında bir şeyler söylenebileceğini ileri sürüyordu. Böylece bir toplumun aykırı uçlarda yaşayanlara, davranışlarına bakarak bir görüş edinilebilirdi.
Çocuklar büyük ölçüde tutucudur. Toplumun içinde iyilik olduğuna inanırlar. Fransız Devrimi’nde önce Terör Dönemi’ni görüp yererler. Ergenlerse kendilerini solda konumlandırıp Devrim’i adalet ve özgürlük getiren bir şey olarak görürler.
İngiliz sömürgeciliğine duyulan sempatinin sebeplerinden biri de İngiliz idarecilerin Hindistanlıların işlerine karışmadıkları iddiasıydı. Bununla beraber, bu idareciler Hindistan'ın gelenek ve adetlerinin 'tiksinç ve iptidai' olduğu kanaatindelerdi. Kraliçe'nin 1858'deki Beyannamesi'nde bu kanaat çok açıktı:
Sosyal ve reel medya sadizmi rutin bir görsel sunum haline getirerek olağanlaştırır, günlük yaşamın bir parçası haline getirir. Sadece filmler ve dizilerde değil, eğlence programlarından boş zaman öldürmek için hazırlanmış paket programlara kadar, her şeyin bir savaş psikolojisiyle sunulması bir zihin iğfali olduğu kadar, sadizmin maksimize edilerek sunulmasıdır da.
Rehinelerin boğazının kameralar eşliğinde kesilmesi, işkence görüntülerinin böbürlenme malzemesi olarak görsele aktarımı, sadizmin amuda kalkmış şiddet halinin görüntü ve haber olarak sosyal medyaya servis edilmesi bu işin görselleştirilmesidir. Olan bitenin bir oyun gibi sunulduğu günümüz gösteri toplumunda büyük trajediler bile insanlar tarafından bir eğlence aracı olarak görülüyor. Bu, toplumun aynası ve göstergesidir aynı zamanda.
Düzenden memnuniyetin en çarpıcı olarak gözlemlenebileceği yer edebiyattır. Türk edebiyatı hem kurgu olarak hem de dil olarak öfkeden yoksundur. Eğer edebiyat, toplumun eğilimlerinin, gerçekte ne olduğunun aynası ise görülen tek gerçek insanların bu düzenden çok da şikayetçi olmadığıdır.
_İnsanIar, kuşIar gibi uçmayı, baIıkIar gibi yüzmeyi öğrenmişIer ama insan gibi yaşamayı öğrenememişIer.
_Görmek isteyenler için ışık, istemeyenler için karanlık vardır.
_Hiçbir şeyi kendisi kadar sevmeyen insan, sevdiği varlıkla, kendi kendisiyle baş başa kalmaktan çok hiçbir şeyden korkmaz. Her şeyi kendi için arar ama en çok kendinden kaçar.