Buralar soğuk bir matem havasına büründü sensiz. Yazıp çizip karalıyorum durmadan yokluğunun gölgesinde. Hayır, hayır… sana gel demiyorum. Sana sensizliğin bana bıraktığı acıdan bahsediyorum. Gitmelerin bu denli kalp burktuğunu, bir odaya bile sığamaz hale getirdiğini bilmezdim. Sayende çiçeğim, o da sayende tıpkı birçok şey gibi. Sana kızmıyorum, sanırım artık kırgın da değilim. Anlasana! İçim toz toprak içinde seni sevmeyi bırakmaya çalışıyorum! Nasıl bir ağrıdır bu, içimde fırtınalar koparken seni sevmeyi bırakmaya çalışmak. Bak yine yarım sözlerim, yine dağınık bir yerde bıraktım kalemimi yere. Biliyorum tekrar ve tekrar bahsedeceğim sana, bıraktığın bu acıdan. Şimdi durma zamanı… Durmak zamanı.
2.
Size bu akşamı hazırladım
ayıp mı oldu dersiniz
şu küçük yağmuru kirpiklerinizde parlayan
iki üç ağaç buldum getirdim / ıhlamur ağaçları
komşulardan öğrendim bunları severmişsiniz
size bu akşamı hazırladım
Savaş mekanizmasını kumanda eden askerî ve sivil kurumlar uyumamış, bizim ütopik hayallerle başımız dönerken onlar halkın büyük çoğunluğunu etki altına almak için barış döneminden mümkün olan en etkin biçimde yararlanmışlardı. Bu durum önceden hazırlanmış ve ateşe hazır hale getirilmişti. Şu anda bile, deneyimli propaganda mekanizmamız sayesinde halk arasında devlete itaat duygusu olağanüstü boyutlara ulaşmıştı ve oturma odalarımızdaki radyolardan seferberlik ilan edildiğinde en küçük bir direniş olmayacağı gerçeğiyle yüzleşmek zorundaydık. Bugün insanlar, kendi iradesi olmayan toz zerrecikleri gibiydiler.
ama sen yoksun artık
gittiğin günden beri karardı dünyam
söz geçmeyen bir kalbim var artık
artık çamur yağıyor gökten ve ıslanıyorum
afrikadan gelen toz yakıyor ciğerlerimi
nefes alamıyorum
içimi yeşerten gülüşün yok artık
pesimisti dizginleyen saçların yok artık
yüzümü hatırlatan yüzün yok artık
gözlerin kalır mı onlar da gitti
ne sen kaldın ne de hayalin
ne dervişler kaldı ne masum çocuklar
kelebeğin ömrü kadar artık iyi günlerim
isyankar tavrım bu başımı yiyecek
dön artık
korkuyorum
Murat Adatepe
@madatepee
·
24 Nisan 01:21
ne kadar masumdum oysa severken seni
gülüşünle dolardı yüreğime dünya
sahil kenarında kulak tırmalarken vapur düdüğü
hınca hınç insanlar savrulurken meydana
dalgınlıktan atlayınca yola yediğimde en okkalı küfrü
bir saçak altında sağanaktan saklanırken
yalnız seni düşünürdüm
hep hayaline tutunurdum
ve hep iyi bir insan olurdum
çocuk sevindirir hayvan başı okşardım
kalbim pîrüpak olurdu seni severken
yüzümde bir nur hatrımı sorardı dervişler
Başlığına bakıp çocuk kitabı denilip aldanilmaması gereken başlıca kitaplardan biri diyebilirim. Hem kitabını okudum hem de filmini izledim her ikisi de konuyu oldukça güzel yansıtmakta. Önce kitabı okumak her zaman daha avantajlı. kitapta daima ayrıntılı bir şekilde duyguları daha iyi anlayabilmekteyiz.
Kitapta Yahudilere yapılan soykırımı bununla birlikte nazi kamplarinda yapılan işkenceler anlatılmakta. Filminde de aynı zamanda bir çocuğun gözünden her seyin ne kadar da toz pembe olabileceği görülmekte aksi böyle olmasa da. Kitabın asıl karekterleri Bruno ve shmuel adındaki iki çocuktur. Yaşları aynı olmasına rağmen shmuel yahudi olduğu için aralarında bir çok fark vardır. Bruno büyük bir evde son derece rahat bir yaşam sürerken shamuel ise kampta babasi ile birlikte köle gibi çalıştırılan, dövülen br çocuktur. İkinci dünya savasindan sonraki soykırımı başarılı bir şekilde ele alan bir kitap. Okunması ve okutulması gerken bir eser.
Kimse toz konduramaz
Kesip attığımız tırnağa bile
Sen en güzel kızısın
Bütün galaksilerin
Bense tozuyum artık
Akkor tozuyum
Prometheus'u yakan
Kara sevdanın...
Ne alnımızda bir ayıp
Ne koltuk altında
Saklı haçımız
Biz bu halkı sevdik
Ve bu ülkeyi.
İşte bağışlanmaz
Korkunç suçumuz...
“Yaşamlarını ofiste klavye tıkırdatarak geçiren o dalgın, soyutlanmış insanları düşünüyorum. Dedikleri gibi “bağlılar”, peki ama neye? Saniyede bir değişen enformasyona, imaj, sayı, tablo, grafik seline bağlılar. İşten sonraysa doğru metroya veya otobüse giderler, yani hep hıza bağlıdırlar; bu sefer bakışlar telefon ekranına mıhlanır, parmaklar hafifçe de olsa hâlâ hareket hâlindedir, mesajlar, görüntüler akmaya devam eder. Ve daha günü görmeden akşam olur. Sıra televizyondadır, alın size bir ekran daha. Peki bu insanlar hiç toz kaldırmadan, birbirleriyle temas etmeden hangi boyutta, hepsi birbirinin aynı hangi mekanda, yağmurmuş güneşmiş hiçbir şeyin fark etmediği hangi zaman diliminde yaşıyorlar?
Hayatın maratonu ve monotonluğunda kaybolmayalım biz… Toz zerrecikleri bile anlam kazansın… Her ışık hüzmesi hayran bıraksın, her esinti sadece tenimizi değil ruhumuzu da okşasın. Her dalga sıkıntıları alıp uzaklara götürürken bize huzur getirsin. Kuşlar bu defa uyum içinde ötsün, herkese gürültü gelen bize tatlı bir melodi gelsin. Herkesin basıp geçtiği o kurumuş yaprağa biz durup bakalım, şekli bize bir şeyleri anımsatsın. Başkalarının fal için yolduğu papatyaları biz koparmaya kıyamayalım… Her zaman etrafımızdaki güzellikleri keşfetmek için bakalım dünyaya . Yarışmayalım hayatla; varsın biraz ağırdan alalım, anın tadını çıkaralım. Güneş asla erkenden doğmak için acele etmez, çiçekler vaktinden önce açmaz, biz de her anımıza aynı kıymeti verelim. Elbet her gün birbirine benzer ama biz hep biraz çılgın olalım, biraz beklenmedik, biraz farklı, biraz eğlenceli… Her gün aynı saatte aynı şeyleri yesek bile her defasında farklı olsun bizim için.