‘’Bıldırcın sûretine bürünerek uçan hayat, yanıma yaklaşıp timsahı andıran dişlerini gösteriyor. Ben bıldırcın postuna bürünmüş bir timsah olan hayata karşı, kürdan kuşu olmayı yeğliyorum. Ufak çok ufak eğilip tüm köleliğimle timsahın dişlerini temizliyorum. Timsah tüm oburluğuyla ağzını bana açarken, çok tehlikeli bir yere tek başına özel izinle girmenin gururunu yaşar gibi oluyorum, yalancı gururunu! Çevredekiler şaşkınlıkla seyre dalmışken beni, ben işimi bitirip göğsümü kabartarak ve kanatlarımı çırparak sağıma soluma bakmadan yükseklere, çok yükseklere uçuyorum. Gagamda timsahtan artıklar, karnım yalandan doyuyor. Yalandan kıskanıyor beni diğer kuşlar. Bir an başak gibi dimdik olduğum günleri hatırlıyorum, ümitli ki bıraksalar göklere uzayacak. O zamanlar, bazen uçuşan, nereye gideceğini bilemeyen böceklerin uğradığını, bazen püfür püfür esen yelin beni ürküttüğünü ki boynumun ince, gövdeminse sert olduğunu hatırlıyorum. başak dedimse de öyle sessiz değil! İçinde azimle, hırsla oynaşan küçük buğdaycıklara toz kondurmayan, böcekleri rüzgârın hafif esmesiyle savuran bir başak! Buğdaylara gebe bir başak, ekmeğe, tere, emeğe gebe… Ama parça parça gelen zehirli yemlerin bir gün boynumu bükeceğini hesaba katmadan savruluyorum. Rüzgârın küçük oyunlarıyla mutlu oluyorum. Bilmiyorum ki bir gün gövdemdeki tecrübe emici buğdaylar büyüyecek, belimi bükecek, bir tırpan koparıp gövdemi havaya savuracak! Ben böyle bir başak olduğumu, bir zamanlar gövdesine, toprağına, suyuna ve güneşine tutkuyla bağlı; boşken dimdik, doluyken boynu bükük bir başak olduğumu anımsıyorum birden.