Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

fatih oğhan #KitapŞuuru

«Vani Mehmet Efendi.» (Vanlı) O kozmopolit bir ümmetçi ortamda, Türk yaratılmış olmanın «Öz-benlik bilinci»'ni korumasını bilen ve «Ümmet potasından erimemiş olmanın mutluluğunu sürdüren bu büyük Türk ırkçısı; Arapların din aracılığı ile Türk ırkına karşı giriştikleri aşağılatıcı uydurmalara, o da din yolu'yla karşı çıkarak (Arais-ül-Kur'an ve nefais•ül F"urkan) adlı kur'an açıklamasıyle ırk'ının savunmasını yapıyordu.
Reklam
Irk:_bilincinden yoksun kalmak,ulusal ülküyü yitirmek dil, töre ve. .. kendi tarihinden koparak arap ve acem potasında erimekle sonuçlanan bu başarı, Arap milliyetçiliğini güçlendirmek ve yüceltmekten ötede Türklüğe yararlı bir gelişim göstermeyecek, buna karşılık, ruh ve vicdan yapısı zedelenmiş bir Türk toplumu, kendi yarattığı bu hegemonyada yüz-yıllar boyunca yine kendi kendini tüketecekti.
Biz,hiç bir zaman. Geçmiş zamanımızı yansıtan tarihle ilgilenmiyorduk. Kurduğumuz devletleri, düşmanın savaş gücü üstünlüğünden değil, toplum içinden, düşman'a satılmışların ittiği yönde öz benlik bilincimizi ve ülkümüzü yitirmiş olmak yüzünden batırmış olduğumuzu anlamak istemiyorduk.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Biliyoruz ki, rejimlerin adları ve türleri ne olursa olsun, «hükmedici kadro» olarak başa _geçenler, olumlu – olumsuz yönetimlerinin sonucunda, ülke'yi ve ulus'u yüceltir ya da .batırırlar. Bir ulusu tutsaklıktan özgürlüğe, bağımlı-uydu durumundan bağımsızlığa, başı-boş, anarşi düzeyinden düzenli yönetime, ya da karşıt dönüşümlere götürenler, .yine biliyoruz ki bu haşlar, bu yönetici kadrolardır.
Ekonomik ve kültürel bağımsızlığımızı her yitirişimizde özellikle dinsel baskıların ağırlığı altında varlık bilincinden ve ulusal ülküden her uzaklaşımızda, ya batmış, ya da uydu» ve sömürge» düzeyinde tutsak olmuşluğumuza karşılık; ülkümüzü <<kutsal inanç» olarak koruduğumuz dönemlerde, yücelmişliğin o «muhteşem ve müstesna» zirvesine ulaşmış olduğumuzu, tarih saklamaz.
Reklam
Hiç bir ulusun tarihinde, birer Arap-İslam adı alarak toplum içine katışmış yabancı unsurların, Türk tarihindeki kadar ulusun öz-varlığına ve ülküsüne bol ihanet örnekleri görülmez.
Diyarbakır köylüklerini gezerken, bir eğitmenle tanıştım. Okur yazarlığı ve türkçeyi askerde öğrenmiş. Beş vakit namazlı bir zat. İnanılmayacak kadar, olgun, ileri fikirli. Atatürk inkılaplarının candan adamı. - Ah Atatürk, diyor da, başka bir şey demiyor. O anlattı: Bir gün köylüler, toplu bir halde, bir yere giderlerken, şu' eğitmeni de bir ziyaret edelim, diyorlar. İçlerinde bir de hoca var. Hoca: - Girmeyin, diyor, okulun içine.Girmeyin, başa gavur olursunuz. Sümme başa ..
Birisine, - Yahu, dedim, siz satacağınız yerde, koyun alıyorsunuz? Böyle iş olur mu? Kelepir mi yoksa? - Yok, dediler, Şeyhin sürüsü . . . İş anlaşıldı. Buradaki şeyhler, yılda birkaç kere müridlerini ziyarete çıkıyorlar. Müridleri de, karınca kaderince, şeyhe birer koyuncuk veriyorlar . .Şeyh de bir bölgede topladığı koyunları, başka bir bölgede satıyor. - Şeyh, dedim, şeyh olan şeyh alır mı bu kadar fakir insanların mallarını? İtiraz ettiler: - Almasın da ne yapsın? Günde üçyüz kişi iniyor Şeyhin tekkesine; yemek yiyorlar. Sonra, Şeyh bu paraların hepsini yemez ki, muhtaçlara da dağıtır. Şeyhin sürüsü köyden köye büyüyor.
Gaspıralı’nın gayretlerinin neticesinde kronolojik olarak üç ayrı Tatar münevver zümreci doğdu: Gaspıralı’nın müridleri, Genç Tatarlar ve Tatar milliyetçileri. Gayet tabiîdir ki birinciler üstada çok bağlıydılar ve onun gibi onlar da ihtilalci değildiler. Onun fikirlerini kabul etmişlerdi ve Müslümanlarla Ruslar arasında işbirliğini teşvikte ona katılıyorlardı. 1905’de bu grup Kırım’da ders lisanı hem Rusça hem de Tercüman’ın kullandığı Türkçe olan 350’den fazla millî okul tesis etmeyi başarmıştı. Bu münevverler 1905 -1906 kargaşalıklarından faydalanarak Rusya’daki Müslüman cemaatlerinin durumlarının düzelmesi için büyük gayretsarfeden Pan-Türk ve Pan-lslam hareketlerinin liderlerine yakinen bağlıydılar.
Sayfa 154Kitabı okudu
Gaspıralı, Tercüman’ın ilk sayılarında Rusya’da Islamiyetin modernleştirilmesini, Müslüman dünyasında kadınlara eşitlik tanınmasını, basında kullanılacak tek bir Türk yazı dili yaratılmasını ve böylece Rusya ve Osmanlı İmparatorluğu’nda Türkleri birleştirecek tek bir münevver Türk zümresinin tesisini talep ediyordu. Buna ilâveten bütün Türklerin kullanabileceği bir Türk dili fikrini geliştiriyordu. Bu Pan-Islamî değil Pan-Türkist bir konuydu. Hakikaten de “Türkçülük” bütün Türklerin ait olduğu bir kategori olarak ilan edilmişti.
Sayfa 152Kitabı okudu
Reklam
Müslüman Tatar reformunu başlatan kişi, Şehabeddin Mercan! adındaki bir Kazan Tatarıdır. Tarihçi ve eğitimci olan Mercanı, Müslümanlık mirasına sadık kalmakla Rusça öğrenmek arasında bir tenakuz görmüyordu. O, Batılılaşma ve modernleşmeye düşman milletler ve devletçe kullanılan Türkçe ve Arapçanm bu toplumlara modern fikirlerin sokulmasında vasıta olamayacaklarına inanıyordu. Arap tebasınm eğitiminde Fransız dilinin âlet oluşunu görmüş olan Mehmet Ali Paşa’nm önderliğinde yüzyılın ilk yansında Mısır’da yapılan ilerlemeden haberi vardı. Mercânı, Islamiyete olan sadakatini kaybetmemişti ve îslamiyetin hayatta kalabilmesinin modern dünyaya uymasına bağlı olduğuna inanmış bir mümindi.
Sayfa 148Kitabı okudu
1789’da Rusların iskan hareketi başlamıştı ve bu, birçok Tatar nazarında yanlarında taşıyabildikleri mallarıyla birlikte bir Müslüman ülkesine gitmek için son fırsat olarak gözükmüştü. Büyük bir ihtimalle zadegan sınıfına dahil edilenler kadar fazla imtiyaz elde edemeyen küçük rütbeli mirzaların bir kısmı da Osmanlılarm hizmetine girmeyi tercih etmişti. Rudzeviç, bazı mirzaların köylerde “Çariçe hanımefendilerinin tebâsı olarak yaşamanın İslâmî kanunlara aykırı olduğunu” söylediklerini iddia etmişti.8 Fakat göç edenlerin köylü veya ulema değil de küçük rütbeli asilzadeler ve Osmanlı Imparatorluğu’nda ticarî ilişkileri olan bazı şehirliler olmaları bu iddiayı haksız göstermektedir.
Sayfa 116Kitabı okudu
Osmanlılar için Kırım Tatarları Avrupa siyasetlerinde gerekli askerî bir unsur hizmeti görmekteydi ve insan ve malzeme kaynağı sağlıyorlardı. Tatarlar, askeri bir güç olarak, hem Osmanlılara Doğu Avrupa ve Kafkas cephelerindeki seferlerde asker temin ediyorlar, hem de kuzeye karşı koruyucu tampon vazifesi görüyorlardı. Kırım hanının Osmanlı ordusundaki birlikleri sultanın ağır piyade ve süvari güçlerinin ilerlemesi için yol açan akıncılar (hafif süvari) olarak görev yapıyorlardı.
1920’den beri Kırım Tatarları bir felaketten bir diğerine mâruz kalmışlardır; toprakların kamulaştırılması ve bunun neticesinde kıtlıklar, 1928’le 1939 arasında politik ve kültürel üst tabakanın ortadan kaldırılması, 1941’le 1944 arasında savaşın ve işgalin getirdiği tahribat ve en sonunda SSCB’nin bugün de yaşadıkları ücra bölgelerine topyekun sürülmeleri. Fakat bütün bu zorluklara rağmen Tatar toplumunda gelişmeler olmuştur. Bu gelişmeler, Tatarların problemlerinin adil çözümü olarak gördükleri hususlarda mücadele için eşi olmayan bir cesarete sahip olduklarını göstermektedir.
Said Halim Paşa hükümeti 23 Mart 1916’da çıkardığı başka bir geçici kanunla, yabancı şirketlere Türkçe kullanma zorunluluğu getirir. Yabancı imtiyazlı şirketler, zorunlu hâller, teknik konular ve yabancı kuruluşlarla yaptıklarının dışında kalan bütün yazışmalarında Türkçe’yi kullanmak mecburiyetindeydi. Bu kanunla Türkçe kullanımı zorunlu hâle getirilerek hem Osmanlı vatandaşlarına yeni bir istihdam alanı yaratılması, hem de bu çalışanlar vasıtasıyla yabancı şirketlerin içeriden denetlenmesi amaçlanıyordu.
Sayfa 193Kitabı okudu
89 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.