Ne zor ne korkunç bir iş bu vakit öldürmek; ufkun ardında göze görünmeksizin hızla dönüp duran şu saniye göstergesi yok mu, onun durmadan koşmaya devam ettiğini, amansızca koşup durduğunu bilmek yok mu?...
Başkasının istediği bir şey çoğu kimsenin gözünde birden büyük değer kazanır. Bir iki saniye sonra fırlatıp atacakları şey onlara çok değerli, elden çıkarılmaz bir şey gibi gelir, başkası aynı şeyi almak, kullanmak isteyince.
Belki de onu hiç tanımamalıydım. Bir sokağın köşesini dönerken üzerindeki giysinin kenarını görmek uğruna adam öldürebilirdim. Onunla ilgili gerçek bir şey, yalnızca gerçek bir şey için...
Belki de onu hiç tanımamalıydım. Bir sokağın köşesini dönerken üzerindeki giysinin kenarını görmek uğruna adam öldürebilirdim. Onunla ilgili gerçek bir şey, yalnızca gerçek bir şey için...
Evet, diyor Olina kendi kendine, demek böyle. Başka bir kadını seviyor. Titreyip ellerini kasıyor, gözlerini kapatıyor işte, ona acı verdim, insan en büyük acıyı sevdiklerine tattırırmış, sevmenin yasası bu.
"Ne zor ne korkunç bir iş bu vakit öldürmek; ufkun ardında göze görünmeksizin hızla dönüp duran şu saniye göstergesi yok mu, onun durmadan koşmaya devam ettiğini, amansızca koşup durduğunu bilmek yok mu?..."
Bu "yakında", geleceği sıkıştırıp eziyor, onu küçültüyor, kesin bir şey yok, hiçbir şey yok kesin olan, tam bir güvensizlik. Hem hiçbir şey değil hem de her şey "yakında". "Yakında" her şey, "yakında" ölüm.
İçlerindeki tutsakların fabrikaya gitmek için hazırlığa giriştikleri yoksul evlere bakmak feci bir şey. Evin yanında ev, evin yanında ev, ortalık acı çeken, gülen insanlarla, yiyen, içen, yeni insanlar yetiştiren insanlarla dolu, belki de yarın ölecek insanlar her yerde. Ortalıkta insan kaynıyor. Yaşlı kadınlar, çocuklar, erkekler, erler de var. Erler herhangi bir pencerenin önündeler, biri şurada, öbürü orda hepsi de trene ne zaman bineceklerini, cehenneme ne zaman geri döneceklerini biliyorlar...