Sayfaları su gibi akan okurken bir an bile sıkılmadığım bir kitap oldu. Daha önce böyle bir senaryo okumamıştım o yüzden konusu bana ilginç geldi. Hayatında yapmak istediklerini yapamamış ve pişmanlıkları olan Nora intihar etmeye karar veriyor ve kendisini yaşam ile ölüm arasında gece yarısı kütüphanesinde buluyor. Nora bu kütüphanede pişmanlıkları ile yüzleşiyor ve yaşayabileceği sınırsız hayatları denemeye çalışıyor. Nora bu hayatlarını denerken biz de onun gözünden mutlu olmak için iyi bir işin, iyi bir kariyerin, şöhretin veya dünyanın bir ucunda olmanın mutluluk getirip getirmediğini görüyoruz. Kitabın sonunda yazarın Noranın gözünden ilettiği mesaj insan istediği hayatı kendisi yazabilir.. Okuduğum her sayfası hem keyif verdi hem de düşündürdü, okunması gereken güzel bir kitap olduğunu düşünüyorum
"İnsanlar şehir gibiydi. Bazı kötü yönleri var diye bütün şehirden nefret etmezdiniz. Sevmediğiniz yanları, birkaç tehlikeli ara sokağı ve mahallesi olabilirdi ama bir şehri yaşanır kılan şey iyi yönleriydi"
Uzakdoğu edebiyatından natsumenin kalemini tanıdım bu kez.. Yirminci yüzyıl Japonyasında yaşayan Daisuke uzun zamandır görmediği arkadaşı Hiraoka ve karısı miçiyonun tokyoya dönmesi ile olaylar gelişiyor. Başlarda arkadaşlarına maddi ve manevi olarak destek olmak isterken miçiyoya aşık olduğunu fark ediyor. Kitabın konusu klasik bir konu olsa da Daisukenin bakış açısı, olaylara yaklaşımı kitaba biraz daha farklılık katmış. Kitapta ayrıca Daisukenin gözünden japonyanın içinde bulunduğu durumu da görebiliyoruz.Dikkatimi çeken diğer nokta ise Daisukenin nesneleri tanımlarken "batı tarzı" ifadesini sıkça kullanmasıydı. Batı tarzı bıçak, batı tarzı oda, batı tarzı saç,batı tarzı restaurant...Konusu farklı olmasa da farklı bir karakter tanımak isteyenler bu kitaba şans verebilir
Uzakdoğu edebiyatına ilk başladığım yazar haruki murakami oldu. Yazarın kalemini bu kitap ile tanıdım. Aşina olmadığım için mi bilmiyorum ama okurken karakter ve yer isimlerini aklımda tutmakta zorlandım bu nedenle zor odaklandığım bir kitap oldu.. Kitap başkahramanın uçakta duyduğu bir şarkı ile üniversite yıllarını hatırlaması ile başlıyor. En yakın arkadaşının intihar etmesinin ardından onun kız arkadaşına duyduğu ilgi, üniversitede tanışacağı çılgın ikinci bir kadın karakter... Bana kahraman aşk ikilemi arasında kalıyor gibi geldi ve asla ikinci karaktere karşı ne hissettiğini tam anlayamadım. Kitabın sonunda tavrı belli olsa da kitabın sonuna gelene kadar hep bir ikilem arasında buldum kendimi. Baş karakteri eleştirdiğim noktalar bir hayli fazlaydı. Zor odaklandığım bir kitap olsa da yeni bir kalem ve yeni bir bakış açısı kazandım.
Bu kitabı okurken sanki sürekli aynı şeyleri okuyormuş gibi hissettim. Kitabın ilk birkaç sayfası o kadar durağandı ki bir an devam etmemeyi bile düşündüm. Kitapta savaş sonrası küçük bir mahallede bakkal işleten yahudi bir ailenin hikayesi anlatılıyor. Morrisin dükkanına bir gün frank adlı birisi geliyor ve dükkanda çalışmaya başlamasıyla olaylar gelişiyor. Kitapta birkaç olay hariç sürekli aynı şeylerden bahsedildi otuz kırk sayfa birden atlayıp okusanız bile pek bir şey kaybetmiş sayılmazsınız çünkü hep aynı mekan aynı betimlemeler. Kitap bakkal dükkanı üzerinden ilerlediği için bir yerden sonra o bakkalın içindeymiş gibi hissettim kendimi. Aslında kitap bakkal dükkanı içinde Frankin duyguları üzerinden ilerliyor. Frankin yaşadığı ikilemler ve duyguları kitaba bir nebze akıcılık katmış. Genel olarak 350 sayfalık kitapta sanki 100 sayfayı doldurmayacak bir olay örgüsü anlatılmaya çalışılmış. Kendimi zorlayarak okuduğum bir kitap oldu.
Raflarda gezinirken Ayşe kulinin bu kitabı gözüme çarptı. Aslında adını sıkça duyduğum bir yazar ama nedense daha önce hiç okumamıştım, kitabı biraz inceleyip aldım. Aslında kitabı polisiye bir roman olarak düşünmüştüm ancak bana daha çok biyografik bir roman gibi geldi. Aylinin büyük büyük büyük dedesinden başlayarak Aylinin vefatına kadar olan süreç işlenmiş kitapta. Beni rahatsız eden şey "Aylin" karakterinin aşırı mükemmel bir kadın profili olarak bahsedilmesi ancak kitabı okuyunca Aylinin tartışmaya açık birçok yönü olduğunu fark ettim. Dört dörtlük bir yaşamı her türlü imkanları olsa da sürekli arayış içinde Aylin.. Kitabın sonunda Aylinin nasıl öldüğü / kimin öldürdüğü hakkında hiçbir şey yok. Kitabın girişi Aylinin cenazesiyle başlarken bu konunun bu kadar havada kalmasına çok şaşırdım. Özetleyecek olursam kitabın işlenen cinayet üzerinden ilerleyeceğini düşünmüştüm ama bana daha çok bir Aylinin biyografisi gibi geldi.