Eski Türk edebiyatında alabildiğine yüceltilmiş aşk, kahramanlık ve din duyguları hakimdir. Gerçek hayatta yaşayan alelade insanlara karşı acıma duygusuna atalarımız da yabancı olmamakla beraber, edebi eserlerinde böyle bir duyguya yer vermemişlerdir. Kanaatime göre bu Hristiyanlıkla İslamiyet, İsa ile Muhammed arasındaki farktan ileri gelir. İslamiyet insanı yücelten bir dindir. Muhammet çarmıha gerilmiş muztarip bir şahsiyet değil, hayatta karşılaştığı güçlükleri yenmiş bir kahraman, bir kanun koyucusu, ve devlet adamıdır. Bilhassa Türk kültüründe yiğitlik ön planda gelen bir duygudur. Hayat karşısında ezilmişlik duygusu, Türk ruhuna yabancıdır. Bu duygu Türk edebiyatına Tanzimat'tan sonra, batı tesiri ile girer. Devrin şartları, sürekli mağlubiyetler, istibdat ve yoksulluklar, bize de fakirlik ve ezilmişliği sanat eserlerinde anlatılmağa değer asil ve beşeri konular olarak gösterir. Namık Kemal nesli hala kahramandır. Türk edebiyatında fakirlik ve ezilmişlik duygusu 2. Abdülhamid devrinde yaygın hale gelir. Bu duygunun öncüsü Sami Paşazade Sezai'dir. Sergüzeşt, ezilmiş, zavallı, kimsesiz bir genç esirenin romanıdır. ''Pandomima'' hikayesinin kahramanının Türk ve müslüman olmayışı da dikkat çekicidir. Paskal'ı bir Türk ve müslüman olarak tasavvur edemeyiz. Hikayede dinden hiç bahsolunmamakla beraber ,Paskal, çarmıha gerilmiş, yalnız, terkedilmiş, muztarip İsa'yı hatırlatır.