Atatürk inanıyordu ki, modern millet kavramı bugün cihanşümul medeniyetin temel taşıdır ve insanlık cihanşümul bir medeniyete sahip milletlerin ahenkli bir topluluğu olmaya doğru gitmektedir. Atatürk bu yüksek insanlık idealini tam bir açıklıkla ifade etmiştir: “Beşeriyetin hepsini bir vücut ve bir milleti, bunun bir uzvu addetmek icabeder."
...Atatürk daima ısrarla belirtmiştir ki, tam manasıyla bir Batılı millet olmak Türk milletinin benliğini kaybetmesi değil, o benliği bütün temel değerleriyle ortaya çıkarması ve sonsuz bir gelişme yoluna koyması demektir. Buna göre Batılı millet olmak, rasyonel düşünmek ve hareket etmek, ilim zihniyeti sayesinde sonsuz bir yaratma ve yenileşme
Reklam
(Atatürk)1925'te diyordu ki: "Medeniyim diyen Türkiye Cumhuriyeti halkı zihniyetiyle medeni olduğunu isbat ve izhâr etmek mecburiyetindedir... Âli hayatiyle, yaşayış tarziyle medeni olduğunu göstermek mecburiyetindedir.” 1927'de de, “Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılapların gayesi Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen asri ve
Savaş sırasında Rusların Tuna'yı aşmaları ve Türklerin asırlardır yaşadıkları toprakları işgal etmeleri üzerine, Rus kumandanı bir genelge yayınlayıp Türklere ve Müslümanlara hayat ve mal teminatı vererek ellerinde bulunan silahları teslim etmelerini istemiş, ancak bu silahlar sonradan Bulgar çetelerine verilmiştir. Bundan sonra Rus askeri ve Bulgar çeteleri müştereken Türklerin yok edilmesine girişmişlerdir. Binlerce çocuk, kadın, ihtiyar öldürülerek malları yağma edilmiş, köyleri ateşe verilmiştir. Camiler, okullar, vakıf binaları yerle bir edilmiştir. Mesela Filibe'de savaştan önce kullanılır durumda olan 17 büyük camiden ancak bir tanesi ayakta kalabilmiştir. Sofya'da bir gecede yüze yakın cami ve mescit havaya uçurulmuştur. Bütün ahali her türlü insanlık dışı kötü muameleye tabi tutulmuştur. Bu suretle asırların ürünü olan Türk-Müslüman medeniyeti yerle bir edilmiştir. Ancak Rus ordularının girmedikleri Şumnu, Razgrad ve Deliorman bölgeleri kısmen bu vahşetten kurtulabilmiştir. Rus ve bilhassa Bulgarların vahşetinden ürken Doğu Rumeli, Trakya ve Makedonya Türk-Müslüman halkı, kurtuluşu İstanbul'a ve Anadolu'ya kaçmakta bulmuştur. Türk halkına karşı gösterilen bu vahşet yabancı devlet temsilcilerinin bile dikkatini çekmiştir. Bu arada İngiltere'nin İstanbul sefiri Henry Layard, bu kıyımda en azından 200.000 ilà 300.000 kadar Müslüman'ın öldürüldüğünü ve bir milyondan fazla insanın yerlerini terk ettiğini defalarca Londra'ya bildirmiştir. Bu hadisenin acı hatıraları yakın zamanlara kadar büyük bir canlılıkla Türk halkının vicdanında yaşamıştır.
144 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
2 saatte okudu
Kitap, 1908'de Meşrutiyet'e kavuşan "Genç Türkiye" nin atmosferini gösterecek kadar yanlış politikasından, imparatorluğu deviren felaketlerden, devir kadınlarından biraz bahseder etmez, hemen o zamanın "Büyük Birlik" ümidine geçiyor. Rusya'da esir kalan Türklerle kardeşlik bağını kesmek istemeyen pasifik ve mistik bir doktorun oradaki çalışmalarını, sıkıntılarını ve şehit olmasını anlatı­ yor. Aynı zamanda, oradaki Türklerin çektikleri sıkıntıları, ümitlerini ve Ruslar tarafından nasıl fesada sürüklendikleri­ ni gösteriyor. Yazaı:, bu kitabı yazdıktan yirmi beş sene sonra, 1943'te, savaş esnasında bu anlattığı memleketlerden geçti. Ve o zaman gördü ki yirmi beş senede komünistlerin idarele­ rinde Türkler tam bir asır gerilemişler. Bu kitapta bahsi geçen bütün camileı:, medreseler ve abidelerin yerlerinde şimdi yeller esiyor; hepsi komünist emriyle yıkılınış, çini­ lerden numune bile kalmamış. Türk ismi, Türk medeniyeti, Türk tarihi, Türk lisanı yok edilmiş; kendi lisanları olan Türkçeyi okuyanlara çalışma ve ekmek kam verilmiyor ve böylece açlıktan ölmeye mahkum ediliyorlarmış. Babalarının şehirlerinden Türkler kovulmuş, yerlerine Ruslar konmuş. Türklerin ancak şehir harici kerpiç kulübelerde ineklerle bir dam altında yaşamaya haklan var. Yazar iki ay bir mescit, bir cami aramış ve bulamamış. Madenlerde çalışmak için, ormanlarda odun kesmek, uçsuz bucaksız ovalarda yol yapmak için Türkler yuvalarından alınıp Sibirya'ya gönde­ rilmiş, savaşta ön saflara hep Türkler konmuş.
Ay Demir
Ay DemirMüfide Ferit Tek · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 2022337 okunma
Selçuk Sultan'ı Tuğrul Beg
Diyarbakır Mervani emri Nasr-ud Devle, Oğuz akınları karşısında Tuğrul bey'e şikayet ettiği zaman Selçuk Sultan'ı ona: "Kullarımın memleketine geldiğini haber aldım. Sen bir hudut emirisin; onlara mal verip kafirlere (bizanslılara);karşı kendilerinden faydalanmalısın. Zira onların maksatları Ermeni beldeleridir." cevabi mektubu ile hem bu asi (kendisine itaati kabul etmeyen) ırkdaşlarını uzaktan himaye etmekte, hem yerli Müslüman halkı düşünmekte ve hem de Anadolu'nun Fethi lüzumunu göstermektedir.
Reklam
Anavatan dışında kurulmuş hemen hemen bütün bu tip devletlerin başına gelenlerden Selçuklular da kurtulamamışlardır. Zamanla İran medeniyeti tesirini göstermeye başlamıştır. Gerçekten imparatorluğun sonuna kadar hükümdarlar ve hanedan azaları Türkçeyi unutmamışlarsa da, devletin resmi dili Farsça olmuştur. Mamafih, saray diliyle birlikte, ordu dili Türkçe olmakta devam etmiştir. Anadolu Selçuklu Devleti ise bir istisna teşkil etmektedir.
Nizamul Mülk; "Her ne kadar Türkmenlerden bıkkınlık geldiyse de sayıları çoktur. Bu devletin kuruluşunda çok hizmetleri ve emekleri geçtiği için de bu devlet üzerinde hakları vardır ve sultanın akrabalarıdır." mütalaası ile devletin Türkmenlere bakış açısını çok güzel ifade etmiştir.. (Devamlı göç etmeleri, merkeze bağlı kalmamaları, itaatsizlikleri sebebiyle)
TÜRKLER
Türkler her ülkeye girdiler, her beldeyi aldılar ve hiçbir engel ile karşılaşmadan her tarafa yayıldılar. Öyle ki almadıkları memleket, içmedikleri su, ateşlemedikleri ocak kalmadı. Hükümdarlar, onların gelişinden ürküp kaçtılar; vardıkları şehirleri doldurdular; hakimlerini kovup kendi valilerini tayin ettiler.
Kaynak: İmad ud-Din, s.9Kitabı okuyor
Göçebe Oğuzlar ve Selçuklu
Selçuk devletini, kuruluşundan beri, uğraştıran en mühim meselelerden biri göçebe oğuzların göçü idi. Selçuk Devleti sınırları içinde ve Müslüman ülkelerinde kendi boy beyleri idaresinde müstakil hareket eden bu göçebe Türkmenler çok defa Selçuk Sultanını tanımıyor veya zayıf bir feodal bağ ile ona tabi olsa bile yurt bulmak ve sürüleri ile birlikte beslenmek maksadı ile İslam beldelerini istila ediyorlar , yerli halk ile mücadeleye girişiyor ve neticede yağma ve kıtale sebep oluyorlardı. Tuğrul bey ve onun ilk halefleri, ülkelerini ve tebasını bunların çapullarından korumak, fakat aynı zamanda devletinin temelini ve askeri kuvvetini teşkil eden bu ırkdaşlarına yurt bulmak ve onlara geçim imkanları hazırlamak gibi birbiriyle çatışan iki azim mesele karşısında idiler.
Reklam
Payitahtın Rey'e Nakli
Tuğrul bey Rey'e girince harap şehri imara başladı. Eski hükümdar sarayını (Dar ul-emare) yıkarak kendisine yeni bir saray inşa etti. Eski binada gömülü bulunan altın ve mücevherat yükler ile ele geçti. Bu suretle Camii ve ilk medreseyi yaptığı ve imar eylediği ilk payitaht Nişapur'u terkederek Rey'i devletin merkezi haline getirdi... Tuğrul Bey'in Rey'de bastırdığı paralar günümüze kadar gelmiştir.
İSLAM TARİHİ VE SANATLARI KAYNAK
1. İslami İlimlerde Metodoloji Meselesi (2005), İstanbul: Ensar Yayınları. 2. Togan, Zeki Velidi (1981): Tarihte Usul, İstanbul: Enderun Yayınları. 3. Şeşen, Ramazan (1998), Müslümanlarda Tarih-Coğrafya Yazıcılığı, İstanbul: İsar Yayınları. 4. Humphreys, Stephen (2004), İslam Tarih Metodolojisi, İstanbul: Litera Yayıncılık. 5. Horowitz, Josef
134 syf.
10/10 puan verdi
·
4 günde okudu
İlber Ortaylı'nın Gözüyle İran
Uzun zamandır okuma listemde bekleyen fakat bir türlü sıra gelmeyen, İlber Ortaylı’nın Gözüyle İran, benim için tam zamanında okunmuş bir kitap oldu. Zira, Maalouf’un Semerkant’ının bende bıraktığı İran esintilerini öyle güzel besledi ki. Bu arada, kitabın yarısının Türkçe, diğer yarısının Farsça yazıldığını da en başından belirtmek istiyorum.
İlber Ortaylı’nın Gözüyle İran
İlber Ortaylı’nın Gözüyle İranİlber Ortaylı · Demavend Yayınları · 2017168 okunma
Türk Kültürü
Kültür ulaşılmış çözümler ve kavrayışlarla yetinir, dünyasını yenilemezse gelenekleşme hayatın her sahasına hakim olmaya başlar. Bu dönemde yerleşen gelenekler içinde hayat kolay yaşanır, ama canlılığı sönmeye yüz tutar. Ameller yeniden kavrayış ve yorumlarla değil, geleneksel biçimler içinde gerçekleştirilmeye başlandığından canlılığını yitirmeğe, biçimlere takılmaya başlar.
1.155 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.