-SPOLİER YOK-
Tüm hikaye bacaklarını kaybetmiş ve savaş esnasında kafasına isabet eden kurşunun hala başından çıkarılamadığı kahramanımızın hastane koğuşunda “Kurtuluş Savaşı” anılarını yazıya geçirmesi ile başlıyor. İzmir’in işgal altında olduğu bu dönemde memleketi İzmir’i düşmandan arındırmak için elinden geleni ardına koymayan, şefkatli, zümrüt gözlü bir hemşirenin hikayesine tanık oluyoruz. Belirtmeden geçmek istemiyorum kitap tasarımı harika. Kitaba başlamadan sadece savaş cephesini, savaş anını ve psikolojisini anlatan bir kitap sanıyordum. Lakin öyle değil. Savaşın haricinde cephe arkasına, hastanelerdeki vahim duruma, halkın savaşa bakışına ve eli silah tutmayan bir kadının verdiği bu destansı mücadeleye tanık olmaktayız. Ayrıca Halide Edip kitabı öyle bir aşk hikayesiyle yoğurmuş ki, aşk kitabını aratmayacağı şüphesiz. Çoğu kitapta olduğu gibi başları hafif sizi sıkacak potansiyele sahip olsa da kitabın sonuna yaklaştıkça duygu yoğunluğunun, acının ve heyecanın arttığı, tarihimizin en önemli mücadelelerinden birine yakından şahitlik ettiğimiz bu kitabı bir Türk olarak keşke herkes okusa ve şu an rahat içinde yaşadığımız “vatan” diyebildiğimiz toprağımız için nice hemşire Ayşe’lerin, nice İhsan’ların şehit olduğunun bilince olsa...
”İngiliz azametinin görkemli silahlarının, donanmasının korktuğu bu silahsız ve yenilmiş Türk milleti ne korkunç ve büyük milletmiş!”
”Bana Anadolu ordusu kocaman ve karanlık, eğilmez bir meşe ormanı gibi geliyor. Onu kesersiniz, yakarsınız, fakat eğemezsiniz. Bu yolun ortasında dövüşe dövüşe ileri geri mutlaka bir gün İzmir’e yetişeceğiz.”