Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Kubbe gibi dini mimariye has elemanları otel, banka, mektep gibi yapılarda kullanan Birinci Milli Mimari akımına mensup mimarları eleştiren Haşim, bu yapıların gerçek Türk mimarisi sayılamayacağını, çünkü güvercinler tarafından sevilmediğini söyler. Çini gibi, Osmanlı mimarisinin tamamlayıcı bir unsuru olan güvercinler, kubbe ve minare olan yerlerde kümeler halinde toplanırlar.
Profesör sözlerine "Kahire'ye giden İstanbullu bir Türk ilk elde Osmanlı eserlerini beklediği mikdarda göremeyince hayal kırıklığına uğrar" diyerek başladı ve bizzat yaşadığım halet-i ruhîyeyi tasvir etti. Bu tasvir dikkatimi daha da artırdı. Konuşmacı anlattıkça hayretim daha da fazlalaştı; çünkü Kıpçak, Çerkes vb... döneme ait diye gezdiğim pek çok mimarî eserin Osmanlı döneminde yapıldığını slaytlar eşliğinde izledim. Bunun nedeni ne-idi? Osmanlı mimarları şehrin estetik manzarasını dikkate alarak, eserlerini bölgenin mimarisine uygun inşa ediyor; böylece, örnek olarak, Tolunoğulları döneminden kalma bir mahallede çeşme yapıyorlarsa Tolunoğulları devri mimarisini; Kıpçak döneminden kalma bir bölgede cami yapıyorlarsa Kıpçak devri mimarisini kullanıyorlardı. Sunulan bilgi ve belgeler karşısında bütün dinleyiciler kulak kesilmiş dinlerken konuşmacı şu soruyu sordu: "Peki! Şehir olduğu gibi kalmıyor, genişliyor; genişleyen şehrin yeni bölümleri hangi mimariye göre inşa ediliyordu?" Yanıt bir o kadar çarpıcıydı: "Şehir hangi bölgeden genişliyorsa yeni inşa edilen eserlerin dış cepheleri o bölgenin mimarisine uygun yapılırken, iç mimarisi Kahire'de kullanılmış bütün mimarî tarzların senteziydi". Osmanlı mimarlarının bu şekildeki bir üslubu benimsemelerinin temel nedeni ne idi? Bu sorunun da cevabı oldukça dehşetengizdi: "Süreklilik duyuşu". Değilmi idi ki, Yavuz Sultan Selim, Kahire'ye girdiğinde "Dedem Hz. Yusuf'un ülkesini yönetmeye geldim" demişti. Süreklilik: Geriye doğru; çünkü "ancak kadim olan takaddüm eder".
Sayfa 114
Reklam
Ecdadımızın güzelliğine bakar mısınız!
1994 yılında Kahire'de tam kırk gün süren uluslararası bir yazma eser atölyesine katıldığımda, müsait vakitlerde Kahire'deki tarihi mekânları ziyaret ediyor, özellikle Osmanlı döneminden kalma eserleri görmeye çalışıyordum. İtiraf etmeliyim ki, gezdikçe Osmanlı dönemine ait eserlerin azlığı aklıma Arap milliyetçilerinin eleştirilerini getiriyor;
Sayfa 114 - KETEBE
Türk mimarisi ve mimarları
Bu ortama bir başka olumsuz etki de Güzel Sanatlar Akademisinden geldi. Burada mobilya tasarımı yapan bir bölüm vardı. Bu bölümde 1935 lerde ülkeye getirilen Fransız Prof Sue ve Fransız Art Deco etkisi altında çizim işlerinden anlayan bir grup, çok dar anlamda kendilerini iç mimar olarak adlandırdılar. Bu durumda toplum, mimarları kuru birer teknisyen veya bir yapının zaruri teknik meselelerini hiçe sayan, onları sanatkarane buluşlar ararken çiğneyen ‘yaratıcı tasarımcı’ olarak görmeye başladı.
Sayfa 177
Türk mimarisi ve mimarları
“Mimarlık sanat, sanatsa yaratıcılıktır” sloganı altında yaratıcı mimar efsanesini gündeme getirdiler. Aldığı ilhamla biçimler uydurmak şeklindeki sözde sanatkarlığın modern çağda yeri yokken, mühendislerin içinden yetişen mimarlara yaratıcılık iddiasına girdiler. Bu daha sonra ODTÜ ve diğer mimarlık mekteplerinde oldukça yaygınlaşarak her mimarın kendini yaratıcı addetmesine yol açtı.
Sayfa 177