Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Dünya da ve Ülkemizde Neler oldu? Neler oluyor? Neler olacak?
Bütün düşüncelerim bir gözlemden ibarettir. Pandemiye dönüşen virüs Çin kaynaklı olmayıp bir laboratuvar ürünü virüstü. Bu artık bir komplo teorisi değil. Amacı Çin ekonomisini zayıflatmak ve aynı zamanda aşı ile bütün dünyaya yayarak küresel ilaç şirketleri aracılığıyla vurgun vurmaktı. Her ikisi de gerçekleşti. Aşıların maliyeti dışında
Türkiye'de sıradan bir gün
Dış dünyada olay üstüne olay vardı. Politika, kültür çağdaşları meşgul ediyordu.
Reklam
ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ
Bu gün kendine milliyetçi diyen (İYİP) ve KCK yapısının Türkiye’deki siyasi uzantısı olan (DEMP) Anayasa için değişiklik vurgusu yaptı. Geçtiğimiz günlerde Numan Kurtulmuş AKP adına 21 Anayasasını gündeme getirerek Anayasa değişikliği vurgusu yapmıştı. Ve yine bu gün Erdoğan ve Özgür Özel görüşmek için randevulaştılar kuvvetle muhtemel CHP de
Bizler marksizmi entellektüel bir gevezelik yapmak için değil, dünyanın Türkiye'sin de devrim yapmak için okuyup öğreniyoruz.
Mahir Çayan
Mahir Çayan
Moskofçulara müsâmaha mı? Asla! Müsâmaha şuurlu bir gaflettir ve şuurlu olduğu için de gafletten çok ihânete yakındır. Moskofçuların niçin resmi görevlere alındığını sorduğumuz zaman: “Artık tövbekar oldular” diye cevap veriyorlar, inanmak doğru değil dediğimiz zamanda “Vatan çocuklarını kaybedemeyiz” vecizesiyle mukâbele ediyorlardı. Ah, bu tövbekar fahişeleri, ailenin “harim-i ismeti”ne sokan büyük hoşgörü!... Ah bu safça inanış veya umursamayış! Tövbekar olmuş vatan çocuğu (!) Sabahattin Âli’nin âkıbetini gördüler. Üç ay hapse girmemek için Bulgaristan’a kaçıyordu. Marksist düşünceli, fakat vatansever (!) bir Türk (!) şâiri (!) diye kampanya açılarak ve başta büyük vatansever insan (!) Ali Fuat Başgil’inki olmak üzere imzalar toplanarak hapisten çıkarılan Nazım Hikmet’in hemen Rusya’ya kaçarak ve Lehçe bir soyadı alarak geberinceye kadar Türkiye aleyhinde “Bizim Radyo”dan neler söylediği, elbette unutulmamıştır.
Tarihin Barışmaz DüşmanlarıKitabı okudu
Türkiye tarihinde Gezi Olayları olarak bilinen ve dönemin hükümetine karşı yapılan protestoların ülke geneline yayıldığı günlerdi. Her ne kadar, her bir katılımcının sokağa çıkma nedeni ve attığı slogan farklı olsa da Gezi Olayları, özetle şöyle tanımlanabilirdi: Anayasal bir hak olan toplantı ve gösteri yürüyüşü yapma özgürlüğünün hükümet tarafından yıllardır keyfi biçimde kısıtlanmasına karşı düzenlenmiş, haftalar süren bir toplantı ve gösteri yürüyüşü. Tabii ki bu toplantı ve gösteri yürüyüşü de hükümet tarafından keyfi biçimde yasaklanmış ve orantısız bir polis şiddetiyle bastırılmak istenmişti. Çünkü protesto hakkını elde etmek için protesto düzenlemek de kabul edilemezdi! Ancak göstericilerin, onlara uygulanan aşırı şiddeti hak ettiğini kendi seçmenlerine anlatmak da hükümet açısından önemliydi. Ne de olsa bir sadistler kulübü olarak görünmek istemiyorlardı. İşte bu noktada bir fotoğraf çıktı ortaya. Protestocuların asla Müslüman olamayacağını hatta en az English Defence League kadar Müslümanlardan nefret ettiklerini iddia edebilmek adına çekilmiş bir fotoğraf: Polisten kaçan eylemcilerin bir süreliğine sığındığı, İstanbul’daki bir caminin zeminine ertesi gün boş bir bira kutusu konulmuş, deklanşöre basılmış ve bu kare ülkenin resmi haber ajansı tarafından servis edilmişti. Fotoğrafta da görüldüğü üzere, o camide birkaç saat geçirmiş göstericiler, dolayısıyla sokağa çıkmış milyonlarca insan, çok uzaklarda kilise yakan black metal hayranları kadar din düşmanıydı. İnanmayan varsa, elinde o fotoğrafla resmi demeç veren hükümet yetkililerini dinleyebilirdi.
Sayfa 49 - Doğan KitapKitabı okuyor
Reklam
Papa Eftim Fener Rum Patrikhanesinin İç Yüzünü Anlatıyor
1964 yılının Mayıs ayında "Akşam" gazetesine oldukça geniş bir mülakat veren Papa Eftim, Fener Patrikhanesi'nin çevirdiği entrikaları ve Türklük aleyhine faaliyetlerini kamuoyuna anlatmıştır. Fener Rum Patrikhanesi'nin halen Doğu Roma İmparatorluğu'nu kurma hayalinde olduğunu belirten Papa Eftim sözlerine şöyle
Ulusal Egemenlik Kavramına İlişkin
16.yy'da Fransız düşünür Jean Bodin 'Devletin Altı Kitabı' eseriyle ilk defa egemenlik kavramını kilisenin güçlü olduğu bir dönemde "ben sadece dünyevi bir egemenlikten bahsedeceğim" diyerek siyaset bilimi literatürüne sokmuştur. Ancak egemenlik kavramını sistematik bir biçime sokamamış ardından gelen İngiliz düşünür
Türkiye'de demokrasi için asıl tehlike aydınların ihanetidir.
Sahafa düşen terekeler
10haber.net/gundem/susurluk... Bu yılın başında İstanbul Balmumcu’da bir ev satışa çıkarıldı. Evi satan Ahmet Özal’dı; yani bu belgenin sunulduğu Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın oğlu. Ahmet Özal konuyla ilgili “Evi kısa bir süre önce sattık. Evde böyle belgeler olduğunu bilmiyorum. Çok ilginçmiş” dedi. Ev kısa süre önce satıldı. Evde bol miktarda kağıt ve kitap vardı. Bunları alsın diye de bir kağıt hurdacısıyla anlaşıldı. İşte sahaf Ahmet beyi arayan kağıt hurdacısı oydu. Turgut Özal’ın bir dönem ofis gibi de kullandığı anlaşılan evden çıkan belgelerin, kitapların neredeyse tamamı Özal’a aitti ve neredeyse hepsi kağıt hamuru olmak üzere hurdacıya gitti. Hurdacının teslim aldığı belgelerden biri, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin en ilginç dönemlerinden birine kısmen de olsa ışık tutan bu belgeydi işte… Ahmet bey bunca yılın sahafı. Uzun zamandan beri geçimini kullanılmış, eski ve antika kitaplar toplayarak, onları yeni alıcılarıyla buluşturarak sağlıyor. Üç hafta kadar önce telefonu çaldığında da heyecanla açtı; çünkü arayan ona zaman zaman eski kitap bulup getiren bir kağıt hurdacısı dostuydu. Her taraftan hurda kağıt toplayan adam ‘Bana bir uğrasan iyi olur’ dedi Ahmet beye, ‘Yeni bir parti hurda kağıt geldi, içinde ciltli kitaplar da var. İşine yararsa alırsın.’ Ahmet bey gidip alacağı kitaplardan birinin Cumhuriyet tarihinin en karanlık dönemlerinden birine ışık tutacak nitelikte bir belge olduğunu bilmiyordu henüz.
Reklam
Türkiye'deki insanlar "Türkiye halkı" olarak anıldığı zaman yalnız çalışıp kazanan, şuraya buraya giden, oturan ve eğlenen bir yığın akla gelir. Aynı insanlar "Türk milleti" olarak ele alınınca geçmiş yüzyıllardan kopup gelen, zafer ve kültür yaratıcısı olan, gelecek için ülküsü bulunan, bunun için savaşa varıncaya kadar her fedakârlığı göze alan güçlü bir topluluk söz konusudur. Komünistler milletlere "yığın" diyemedikleri için halk diyorlar. Onlar için insanlar hammadde yığınından başka bir şey değildir. Đran'daki komünist partisinin adı olan "Tûde", Farsça'da "yığın" demektir. Bizdeki komünistler de bir zamanlar "Yığın" adında bir dergi çıkarmışlardı. Komünist Çin'de yüz milyonlarca insanın Mao'nun sözlerini gece gündüz ezberlemeye zorlanması milletleri yığın, hatta sürü gibi görmenin bir şeklidir. Çünkü halk şuursuzdur. Baştaki zorbalar neyi telkin ederse onu körü körüne yapar. Böylece iktisadî bir takım başarılar sağlanır; yollar yapılır; kanallar açılır; ağaçlar dikilir, ırmakların yatağı derinleştirilir ve bunları yaparken halk sürüsünden milyonlarca insanın ölmesine ehemmiyet verilmez. Millet ise şuurludur. Neyi, ne için yaptığını bilir. Halk, arkasında makineli tüfekler işlediği için savaşta ileri yürür. Millet bir görev yaptığına inanarak ateşe atılır. Yaratılıştan cesur olmasa bile sırf haysiyet ve utanç duyguları yüzünden ölüme doğru gitmekten çekinmez.
Türk Halkı Değil Türk MilletiyizKitabı okudu
Osmanlı imparatorluğu'nun ilk büyük aydın kaybı Çanakkale'de oldu. Yüzlerce yetişmiş aydın savaşta öldü,öteki savaşlar daha sonraki yıllarda geriye kalanların bir bölümünü daha aldı. İkinci bir kayıp imparatorluk parçalanınca ondan kopan topraklarda kalan Aydınlardı. Son olarak "Ankara" Egemen duruma geldiği zaman "İstanbul" aydınları bir ölçüye kadar saf dışında tutuldu. Bürokrasi aynı düzeyde kayıplara uğramadı, aşırı fire vermeden yeni devletin yapısına aktarıldı. Böylece yeni devletin merkezinde yeniden bir bürokratik küme oluştu. Atatürk'ün orta yaşlı yardımcılarına pek de entelektüel nitelikte demek elde değildir. Bundan dolayı Atatürk başlamış olan bir akımı bir kuşak ara ile yeni bir ortamda canlandırmak sorunuyla karşılaşıyordu. Bilim üstünde tekrar tekrar durmasını bu açıdan görmek gerekir.
Sayfa 198Kitabı okudu
304 syf.
·
Puan vermedi
·
6 günde okudu
Kadim Yezidilik dinini mezhep olarak tanımlıyor, bu mezhebin takipçilerini de yanlışlıkla Yezit'e bağlıyor, aslında 'Ezdai' kelimesinden bozma Yezidilik inancı ile emevi Muaviye Bin Yezit arasında sadece bir isim benzerliği bulunması Baki hocamızın gözünden kaçmış. (Nadir de olsa, sözde tarafsız bazı araştırmacıların satır arasında onun fikirlerini önemsizleştirme çabasında olmaları aslında tek amaçlarının onun hayat görüşüne karşı siyaset yapmak olduğunu da bilmekteyim.) Abdülbaki Gölpınarlı'nın kitaplarının ne kadar kapsamlı olduklarını bilen bilir; bu konulara genel olarak ilgisi bulunmayanlarsa, kendisinin çalışmalarında bir araya getirdiği 'isimler' ve bu isimlerin ürettikleri yapıtlarda İslam Tarihi ve Anadolu Edebiyatı açısından ifade ettikleri anlamlara getirdiği yorumlamaları ve derinlikli bilgisinden zaten mahrum kalmış demektir.
100 Soruda Türkiye'de Mezhepler Ve Tarikatler
100 Soruda Türkiye'de Mezhepler Ve TarikatlerAbdülbaki Gölpınarlı · Gerçek Yayınları · 196910 okunma
Fransa ile başlayan Osmanlı ordusunu ıslah hareketleri
Fransa'nın ilişkileri bir ölçüde kısmasına müteakip, gelen heyetlerin ardı kesildi, padişahın çağrıları yanıtsız kaldı. Reformlara acil olarak devam etme zorunluluğu karşısında Fransızların bu ilgisizliği ilk Alman eğitmenlerin 1882-1883 tarihlerinde imparatorluğa gelmesine yol açtı. Bu durumda, Fransız subaylar sadece Osmanlı jandarma teşkilatını yapılandırmakla görevlendirildi; yapılan çalışmalar beşer kişilik kolların oluşturulması ve tüm önemli kasabalarda kara kolların kurulmasıydı; ancak bu durum asıl 1908 yılındaki Jön Türk ihtilaliyle değişti. Alman yanlısı Jön Türkler başlangıçta, Alman olmayan tüm heyetleri dağıtmak isterlerse de diplomatik baskılar sonucunda fikirlerinden vazgeçtiler; bununla birlikte Fransız eğitmenlerin gücü ve etkisini büyük ölçüde azalttılar. Her türlü ha­reket özgürlüğünden yoksun Fransız eğitmenlerin ciddi reformlar gerçek­leştirmesi artık olanaksızdı.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde ordu Jön Türk hareketine katıldıkça hareket de belirgin bir köktenciliğe yönelmiş ve merkeziyetçi otoriter bir ruh kazanmaya başlamıştı. Dolayısıyla Prusyalı eğitmenlerce eğitilmiş genç Osmanlı subaylarına ne özel girişim ilkesi, ne de ademi merkeziyetçilik çekici geliyordu.
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.