Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Halk
Zehra onun kimi zaman “millet” kimi zaman “halk” dedi­ğini fark etmişti. Ciddileşip de Karacaoğlan, Pir Sultan Abdal ya da adını taşımaktan büyük gurur duyduğu Yunus Emre gibi büyükleri andığı zaman “halk” derdi, “büyük bir halk.” Hatta işin içine Ahmed-i Hani’yi, Ciğerhun’u, Feqiye Teyran’ı, Gomidas’ı da katarak “halkların büyüklüğünden” söz ederdi. Alay edeceği zaman da “millet böyle istiyor” derdi. Ona gö­re baştakiler halka, millet demeye başladığı zaman hapı yutmuştuk zaten. Cumhuriyet Halk Fırkası adının çok bilinçli seçildiğini söylüyor ama sonra hemen bu kadar ciddiyetin yettiğine inanarak başlıyordu komikliklerini sıralamaya. Bölünmez vatanımızın her bir köşesi cennet, milletimizin her bireyi kahramandı. Zaten kahraman, şerefli, gazi vesaire adını taşıyan birçok şehir de bunu ispatlamıyor muydu? Niye elin oğlu “Manchester the hero” demiyordu da, biz “Kahramanmaraş” diyorduk bakalım? Paris niye Gazi değildi? Milano’ya niçin “Şerefli Milano” demiyorlar ya da Madrid’e “Şanlı Madrid” adını koymuyorlardı? Çünkü Türklerin şehirleri dışında hiçbir şehir gazi, kahraman, şanlı, şerefli olamazdı da ondan.
İki Farklı Osmanlı
Gerçekte iki farklı Osmanlı vardı. Halifeliğe kadar olan Osmanlı, namı-ı diğer Türk İmparatorluğu ile Halifelikten sonra Araplaşan İmparatorluğumuz… Ve Araplaştıkça daha çok batan koca İmparatorluğumuz… Aslında Türkler için her şey güzel gidiyordu ta ki Halifelik sevdasına düşülene kadar… O günkü şartlarda Halifeliği olmazsa olmaz gören Yavuz
Reklam
"Özgür bir Kürdistan tohumu ekiyorum. Onu geliştirip büyütün" Yalnızca bir dakika durup düşünün. Yukarıdaki tümceyi kim söylemiş olabilir? Apo mu? Aklınıza hemen Apo geldiyse, aslında bir bakıma başarılı oldular demektir. Görünen düşmana karşı Türk’ün savaşması zor olmaz. Ama saf Türk halkının görünmeyen sinsi düşmana karşı
Halk Zehra onun kimi zaman “millet” kimi zaman “halk” dedi­ğini fark etmişti. Ciddileşip de Karacaoğlan, Pir Sultan Abdal ya da adını taşımaktan büyük gurur duyduğu Yunus Emre gibi büyükleri andığı zaman “halk” derdi, “büyük bir halk.” Hatta işin içine Ahmed-i Hani’yi, Ciğerhun’u, Feqiye Teyran’ı, Gomidas’ı da katarak “halkların büyüklüğünden” söz ederdi. Alay edeceği zaman da “millet böyle istiyor” derdi. Ona gö­re baştakiler halka, millet demeye başladığı zaman hapı yutmuştuk zaten. Cumhuriyet Halk Fırkası adının çok bilinçli seçildiğini söylüyor ama sonra hemen bu kadar ciddiyetin yettiğine inanarak başlıyordu komikliklerini sıralamaya. Bölünmez vatanımızın her bir köşesi cennet, milletimizin her bireyi kahramandı. Zaten kahraman, şerefli, gazi vesaire adını taşıyan birçok şehir de bunu ispatlamıyor muydu? Niye elin oğlu “Manchester the hero” demiyordu da, biz “Kahramanmaraş” diyorduk bakalım? Paris niye Gazi değildi? Milano’ya niçin “Şerefli Milano” demiyorlar ya da Madrid’e “Şanlı Madrid” adını koymuyorlardı? Çünkü Türklerin şehirleri dışında hiçbir şehir gazi, kahraman, şanlı, şerefli olamazdı da ondan.
Gök Türk tarihini öğrenmeden bütün Türk tarihini anlamanın imkânı yoktur. Günümüzde, dünya üzerinde Türk kökenli halklardan çok azı dışındaki topluluklarda konuşulan Türk dili, Gök Türklerin konuşup yazdığı dil ile bağlantılıdır. Yani Türkçenin temelleri Gök Türk döneminde açığa çıkmaktadır. Daha sonra kurulan devletlerde ve günümüzde de konuşulup yazılan Türkçe, Gök Türkçenin devamıdır. Prof. Dr. Ahmet Taşağıl
Sayfa 16 - Kronik Kitap
Gök Türkler
Aslında bu devletin adı Gök (Kök)-Türk değil Türk idi ve bazen iki heceli “Türük” şeklinde yazılıyordu. 19. yüzyılın sonunda bazı Türkologların teklifiyle ilim âleminde kabul görüp Gök Türk (Kök Türk) şekliyle yaygınlaşmıştır. ..... “Kutluk Devleti” demek hiç doğru değil. Maalesef ülkemizde, bir zamanlar orta öğretim kitapları ve tarih literatüründe böyle yazılmıştır. Ama gerçeği yansıtmamaktadır. Prof. Dr. Ahmet Taşağıl
Sayfa 19 - Kronik Kitap
Reklam
Gök Türklerde Sosyal Hayat
Ekonomilerinde hayvancılığa dayalı bir hayat söz konusudur. Su boylarıve bol otlu alanlarda kümelenirlerdi. Aile, urug, boy sistemi üzerine kurulu örgütlenme biçimleri vardı. Hırsızlığın ve zina yapmanın idam cezası olduğu, kan davasının bulunmadığı bir hayatı sürdürürlerdi. Evlenme âdetleri tıpkı Anadolu’da olduğu gibi idi. Kızların futbola benzer bir oyun oynadıkları bildirilir. Saçlarını uzatırlar. Elbiselerini iliklemek için düğme kullanırlardı. Yaşlılara büyük saygı gösterirler, savaşçılığa ve kahramanlığa değer verirlerdi. Prof. Dr. Ahmet Taşağıl
Sayfa 25 - Kronik Kitap
Orhun Yazıtları
Türk tarihinin ve kültürünün en önemli belgeleri olduğunu düşünüyorum. Onlar dikildiği ve yazıldığı zaman günümüz Avrupa milletleri henüz meydana gelmemişti. Tarih, hukuk, siyasi, sosyal yönlerden faydalanabileceğimiz hazine niteliğindedirler. Üzerlerinde daha binlerce çalışma yapılsa değerleri asla azalmaz. .... Böyle bir yazının Türklere ait olamayacağı düşünüldü. Ama onlar için acı, bizim için mutlu gerçek anlaşıldı. Bugün Orhun Yazıtları’nın özelinden bütün Avrasya coğrafyasında bulunan yazıtlar birer hazine olarak Eski Türk kültürünü aydınlatmaktadır. Fakat aslında bütün insanlık tarihinin de çok önemli değeridir. Bunu herkesin bilmesi ve farkına varması gerekir. Prof. Dr. Ahmet Taşağıl
Sayfa 29 - Kronik Kitap
Selçukluların Dili
Tabii bir de Selçukluların resmî dilinin Farsça olduğu meselesi var. Türk tarihindeki en büyük hatalardan biri bu. Resmi dil kavramı ulus devlet anlayışıyla birlikte modern çağlarda ortaya çıkan bir kavram. Biz bunu bin yıllık devletlerimize monte etmekle hem anakronizm yapıyoruz hem de resmi dil kavramının zihnimizde oluşturduğu etkiyle Selçukluları, ana dillerini terk edip yabancı bir dili benimseyen, onunla yazıp konuşan yozlaşmış, asilime olmuş bir devlet haline sokuyoruz. Evet, o dönemde Farsça yazı dili olarak kullanılmış. Ama bu, Selçukluların mensup olduğu Oğuz Türkçesinin, henüz yazı dili haline gelememiş olmasından. Doç .Dr. Erkan Göksu
Sayfa 34 - Kronik Kitap
Malazgirt Zaferi bizde genellikle bir fetih savaşı olarak düşünülse de aslında değil. Zira Romanos’la savaş, Alp Arslan’ın 1071 itibarıyla planları içerisinde yok. Malazgirt Savaşı, adeta mecburen ve Selçuklu sınırlarını korumak için verilmiş savaş. Yani taarruz değil, bir savunma savaşı. Savaş sonunda Romanos Diyogenes esir ediliyor ve bir antlaşma yapılıyor. ..... Anadolu’ya geldikleri zaman önce ovaları, vadileri ve yaylaları tutan Türkmenler, yavaş yavaş kaleleri alıyorlar ve surlarla çevrili şehirlere, askerî ve iktisadî bakımdan ehemmiyetli yerlere nüfuz ediyorlar. Kısa zaman içinde sadece nüfus olarak değil siyasal olarak da bölgenin hakimiyetini ele geçiriyorlar. Doç. Dr. Erkan Göksu
Sayfa 45 - Kronik Kitap
Reklam
Çift Başlı Kartal
Çift başlı kartalın Türkiye Selçuklularının hakimiyet sembolü olduğu büyük oranda kabul görüyor. Ancak bu sembolün Sümerlerden bu yana Anadolu, İran, Avrupa ve hatta Amerika’da kullanıldığına dair bilgiler var. Her şeyden önce Bizans da kullanıyor. Türkiye Selçukluları daha çok mimari eserlerde kullanmış bu sembolü. Bununla birlikte Mengücük ve Saltuklu Beylikleri döneminde inşa edilen bazı mimari eserlerde de karşılaştığımız bir sembol. Çift başlı kartalın Selçuklu hakimiyet sembolü olamayacağını söyleyenler bulunduğu gibi bu sembolün kartal bile olmadığını söyleyenler var. Dikkatli bakıldığında semboldeki kartalın kulaklı olduğunu görürsünüz. Bundan dolayı Anadolu’ya özgü bir puhu kuşu figürüdür diyenler de mevcut. Hülasa, karışık bir meseledir. (...) Kesin olan ise Büyük Selçukluların hakimiyet sembolünün ok ve yay olduğudur. Prof. Dr. Cihan Piyadeoğlu
Sayfa 100 - Kronik Kitap
Siyasetname
Siyasetnâme aslında doğu dünyasında da batı dünyasında da bir edebi türün adı. Devlet adamlarına, devlet yönetimiyle ilgili dikkat edilmesi gereken hususları anlatan eserlerin tümüne Siyasetnâme deniyor. Nizâmülmülk’ün eserinin adı Siyerü’l-Mülûk. Ama yazıldığı andan itibaren öyle bir şöhret kazanmış ki, Siyasetnâme adıyla tanınmış. Doç. Dr. Erkan Göksu
Sayfa 59 - Kronik Kitap
Selçuk Bey
Selçuklular, Oğuzların Üçok kolunun Kınık boyuna mensup bir topluluk. Haklarındaki en eski bilgiler, onların X. yüzyılda Hazar ve Aral’ın kuzeyinde kurulmuş olan Oğuz Yabgu Devleti bünyesinde yaşadıkları şeklinde. Daha sonra ailenin atası olan Selçuk, Oğuz Yabgu Devleti hükümdarı ile bazı sorunlar yaşadığı için güneye, yani Cend şehrine gelmek zorunda kalıyor. Burada kurmuş oldukları hakimiyeti, devletin kurulması sürecine yönelik olarak atılan ilk adım kabul etmek de mümkün. Hayvancılıkla geçindikleri, hayvancılık da otlağa ihtiyaç duyduğu için oradan oraya sürüklendikleri sıkıntılı bir yaşamları olmuş. Gök Tanrı inancına mensuplar. Fakat Cend’e geldikten sonra siyasi bir kararla İslam’a geçtikleri bilgisi var. Prof. Dr. Cihan Piyadeoğlu
Sayfa 64 - Kronik Kitap
926 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.