"Bu ülkenin bütün ırklarını, tek ırk, tek kalp, tek insan haline getiren İslâmiyet olmuş. Biyolojik bir vahdet değil bu. Ne kanla ilgisi var, ne kafatasıyla. Vahdetlerin en büyüğü, en mukaddesi. İster siyah derili, ister sarı... İnananlar kardeştir. Aynı şeyleri sevmek, aynı şeyler için yaşamak ve ölmek. Türk’ü, Arap’ı, Arnavut’u düğüne koşar gibi gazaya koşturan bir inanç; gazaya, yani irşâda. Altı yüzyıl beraber ağlayıp, beraber gülmek. Sonra bu muhteşem rüyayı korkunç bir kâbusa kalbeden meşûm bir salgın: maddecilik. Tarihin dışına çıkan Anadolu, tarihin ve hayatın. Heyhat, bu çöküşte kıyametlerin ihtişamı da yok, şiirsiz ve şikayetsiz."
Ayrı düşmüş insanlar için ülke bazen yalnızca bir türkü demekti, bazen buğusu üstünde sıcak bir yemek, bazen bir sokak görüntüsü, bazen de bir isim. Nereye giderse gitsin, ülkesini içinde taşırdı insan. Ülke düşüncelere sinerdi, davranış olur hiç beklemediğiniz bir anda kendini gösterirdi. İstersiniz ama kurtulamazdınız ondan, bir tat, bir dokunuş, bir ses, bir koku, bir görüntü olur aklınıza takılır, çekip götürürdü çocukluğunuzun, gençliğinizin geçtiği yerlere.
MAL BEYANI
1- Avşa adasında üç daire, dört üçgen, beş dikdörtgen
2- Gökyüzünde bir bulut
3- Bitlis'te beş minare
4- Biri yazlık, biri kışlık iki platonik sevgili
5- Büro mobilyası ve çelik kapı üreten bir fabrikanın öğle üzeri
yaslanıp sigara içilen beyaz duvarı
6- Islıkla da çalınabilen dört anonim türkü
7- Palandökende bir palan, iki döken
8-
onlar yaşamıyor doktor!türkü söylediklerini duymadım inanabiliyor musun?aşık olmuyorlar,uykusuz geçirdikleri tek bir gece yok.
tarık tufan / kekeleme çocuklar korosu
"1920 baharı muhteşem bir mart sabahında Sultan Dağları'nın sınır çizdiği Batı Anadolu'ya kan ve barut kokularıyla geliverdi.Yine de sırtlar yemyeşildi, toprak kokusu yine de gönül alıyordu ve doruklardaki karlar yine de sarışın fısıltılarıyla insanın içine zevk veriyordu, ılıklık veriyordu.
Bu mart sonunda bir türkü gibi dağı taşı saran baharın derinliği, diriliği ve üretim gücü bütün Anadolu ruhlarını da sarmış gibiydi.
Payitahta düşman askeri girmişmiş.. Yunan ordusu insanın eşini görmediği bir zulüm fırtınası gibi içerilere kadar dayanmışmış.. Aynı büyük ve asil devletin nimetleriyle beslenen Rumlar, Ermeniler arkadan vurup dururlarmışmış.. Bahar öyle bir geliş geldi ki bütün bu kahredici mışmışların üstesinden sanki bir Köroğlu, bir Genç Osman narası esiverdi.sanki bütün bu mışmışlar ocak ayının donları, fırtınaları gibi çözülüp, silinip gitti, sanki her şey yeniden başlıyordu, tıpkı 1071'deki gibi, tıpkı 1299'daki gibi.
Sanki Anadolu kocaman bir kovandı da oğul vermeye hazırlanıyordu, ölen arılar dışarı atılacak, bölümler temizlenecek, çiçek tarlalarına doğru o yaratıcı, o biriktirici,o eşsiz uçuşların şevki başlayacaktı..."
Manzarayı seyrediyor Kevok. '' Allahım! '' diyor, '' Bu doğadaki tuhaflığın mantığı ne? Şu doğaya bak,hem korkutucu hem de bu denli çekici, bu denli güzel...An geliyor canavarlaşıyor, her şeyi yutuyor,an geliyor bir anne oluyor, her şeyi şefkatle kucaklıyor. Demekki Newroz'u burada karşılamak vardı kısmette. Nasıl da yeni renklerini kuşanmış doğa, nasıl da dirilmiş böyle..Her şeyi önüne almış sürükleyen bu nehir, aylarca bekledikten sonra bütün görkemiyle yeryüzüne çıkan bu çiçekler, yeşeren çimen ,gür otlar...Hepsinin üstüne bu bin bir dilden bin bir türkü söyleyerek ötüşen kuşlar...Her şey sonsuz bir özgürlük içinde ''
ben hiç böylesini görmemiştim
vurdun kanıma girdin itirazım var
sımsıcak bir merhaba diyecektim
başımı usulca dizine koyacaktım
dört gün dört gece susacaktım
yağmur sönecekti yanacaktı
sameland seferden dönecekti
duvardaki saat duracaktı
kalbim kendiliğinden duracaktı
ben hiç böylesini görmemiştim
vurdun kanıma girdin itirazım
O an anladım ki o bir cnbc-e, ben ise flash tv'ydim. O "Ustalara Saygı Kuşağı" ben "Türkü Bacı" programıydım. O anda ilişkiyi kafamda bitirip, çökeleğimi bulgurumu alıp eve geldim.
''ne güzel kadınlar var;
bir tarafı yaralı olsa da,
türkü söyleyen,
şiir yazan,
kitap okuyan,
yüreği çizen,
kuşlara yem veren,
bir de soğuk havalarda
çay demleyen....''
(Ali Ercan)
Türkü bin yıl öteden geliyor... Uzaktan dağlardan, Çukurovadan, denizden geliyor. Denizin tuzu, çamın sakızı, yarpuzun kokusu bulaşmış. Öyle bir türkü. "Gel benim derdime," diyor, "bir derman eyle. Alemler derdine derman olansın."
Bir an duruyor, bu sefer saz büyüyor. Saz tekrar ediyor: "Derman olansın." Sonra gene başlıyor Sefil Ali:
Her nere baktıysam yarimi gördüm.
Elleri duruyor. Sazın üstüne yumulmuştur. Uyumuş kalmış gibi. Birden başını kaldırıyor. Eli sazın üstünde uçuyor.
Dağlar taşlar uçan kuşlar.
Bir fırtına gibi çalıyor, söylüyor.
Adımı dersen de Sefil Aliyim Bir gün akıllıysam yüz gün deliyim Üstü köpüklenmiş bahar seliyim Başı pare karlı dağdan gelirim
Erik çiçek açmış da bahçenin kıyısında
Sen ona hiç bakmadan geçmişsen oracıktan
Leylek dansa durmuş da bacanın tepesinde
O baharlım laklakını durup dinlememişsen
Şakır şakır bir tren bir gece köprüsünden
Islıkla dalmamışsan gurbet türkülerine
Akasya mor akasya ak akasya sarı sarı sarkmış da bahar mavilerinden
Yaşamak ne güzel şey diye