Cengiz, Karakurum’da, hala altın imparatorunun tebaası ve “asilerin başı” sayılıyordu. Daha önceleri Katay hakimiyeti gücünün doruğundayken, İmparatorlar Çin Seddi’nin ötesinde yaşayan göçebelerden haraç almak istemişlerdi. Katay hanedanları zayıf zamanlarında ise bu göçebelere para, ince ipek, işlenmiş deri, yeşim taşından heykeller, şarap ve
Diğer taraftan Cevdet Kerim’in tutuklular hakkında devlet ve hükümet başkanından şefaat dilenilmesi konusundaki telkinlere karşı delegelerden Namık (maalesef şimdi nerede olduğunu ve ne iş yaptığını bilmiyorum) Türkiye’de yargı kuvvetinin yasama ve yürütmeden bağımsız olduğunu, Türkiye’de âdil hakimlerin bulunduğunu ve yaptığımız mitingte millî menfaatimiz açısından haklı olduğumuzu, kimsenin şefaatine ihtiyacımız olmadığını, sadece vicdanımıza karşı sorumlu bulunduğumuz tezini öne sürdü. Aynı tez kongrece de uygun görüldü. Sanıyoruz ki Namık’ ın konuşmaları Büyük Atatürk’ün «Bursa Nutku» nu vermesinde etkin olmuştur. Kısa bir süre sonra yargıç karşısına çıkarıldık ve tahliye edildik. Bu sırada İstanbul Barosu’ndan ve diğer barolardan sayısız avukatlar fahrî vekâletimizi almak için müracaat ettiler. Biz tutuklular nezaket icabı fahrî vekâletimizi bize müracaat eden bütün avukatlara verdik. Bunlar arasında rahmetli İrfan Emin ve rahmetli Ethem Ruhi beyler görevlerini yerine getirdiler. Yargılama sırasında onuncu yıl affı çıktığından dava düşmüştür. Mitingi düzenleyenler affın kapsamına alındığı halde, polisi dövenler affın kapsamına alınmadılar, bunların hakkında kovuşturma devam etti. Polisi dövenler hakkında aleyhte tanıklıkta bulunacak kimseler çıkmadı. Tanık polisler de bazı arkadaşlarının dövüldüğünü, fakat dövenlerin bu sanıklar olup olmadığını bilemediklerini söylediler. O zamanın İstanbul emniyetinde yüsek rütbeli bir polis yetkilisi Kâmuran (emniyet emekli genel müdürü Kâmuran Çukruh) bu doğrultuda şahadette bulundu. Böylece polisi dövmekten sanık olanların hiç biri cezalanmadı.
Reklam
Bu can çekişen düşünceler tutanağında, durmadan artan acılarda, bir idam mahkûmunun zihinsel otopsisinde, yargı kararını alanlar için birden çok ders olmayacak mı? Başka bir kez, düşünen bir başı, bir insan başını adalet terazisi adını verdikleri şeye atmaları söz konusu olduğunda, bu yazdığım şeyler onların daha insaflı olmalarını sağlayabilir. Belki de onlar, bu zavallılar, bir idam kararının yol açtığı eziyetlerle dolu o ağır duygu birikimini düşünmemişlerdir. Bu insanlar, acaba ortadan kaldırılmasına karar verdikleri insanda, bir aklın, yaşama dört elle sarılmış bir aklın, ölüme hazır olmayan bir canın olduğu düşüncesini hiç mi akıllarına getirmiyorlar? Hayır. Onlara göre, bu, yalnızca üçgenimsi bir bıçağın dümdüz aşağı düşmesinden başka bir şey değil ve bir mahkûm için artık zamanın ne öncesinin, ne de sonrasının bir anlamı olduğunu düşünüyorlardır hiç kuşkusuz. Bu kâğıtlar onları bu yanılgıdan kurtaracaktır. Belki bir gün yayınlanırlarsa, vicdanlarının bir an ruhun acılarıyla ilgilenmesini sağlayacaktır, çünkü bunların varlığından bile haberleri yoktur. Hatta bedene hiç acı çektirmeden öldürebildikleri için mutludurlar. Amaçladıkları budur zaten. Oysa, ruhsal acının yanında bedensel acı bir hiç kalır! İğrençlik ve acıma duygusu, yasalar böyle yapılmıştır! Bir gün gelecek ve belki de bu anılar, sefil bir insanın bu son itirafları onlara biraz olsun katkıda bulunacak... Meğer ki ben öldükten sonra, rüzgâr bu çamur lekeli kâğıtları avlunun içinde savurmasın ya da bir gardiyanın kırık pencere camına yapıştırıldığı yerde yağmurdan ıslanıp çürümesin.
Tanzimat'tan beri itiyat edindiğimiz görüş tarzı bizi kendi tarihimizden uzaklaştırmış yahut bizi ona hiçbir şeyi lâyıkıyla göremeyeceğimiz bir gözle bakmaya alıştırmıştı. Belki tarihi her zamandan fazla -yani hiçe nispetle biraz fazla- biliyorduk. Fakat "historicite"denen şeyi, tarihiliği, fert için olduğu kadar milli hayat için de çok lüzumlu ve zaruri olan ve hepimizi bir ağacın kökleri gibi asırların içinden doğru besleyen düşünceyi kaybetmiştik. Zaman ve hadiselerin okyanusunda, bir takım isimlere ve müphem duygulara, müphem hatıralara tutunarak, onlarla döğüşerek yüzüyorduk. Burada yüzüyorduk kelimesini tesadüf olarak kullanmadım. Köksüz şeyler daima yüzer, daima beyhude yere bir karşı sahil arar. Halbuki milli hayat devamdır. Devam ederek değişmek, değişerek devam etmektir. Çünkü yaratmanın ilk şartı devamdır, hakiki kırılışlar ve kopuşlar ancak yaratış ucubeleri, yarım mahluklar vücuda getirir. Çünkü hayatın ortasında onun bir parçası gibi değil, kendi dağılmış dairelerinde devam ederler. Tıpkı ölümde olduğu gibi.
Sayfa 25
Türkiye kadar bir iman Serdar Tuncer SerdarTuncer Gazete Yazarı 09 Kas 2017, Perşembe 126 8 1 59 2 1 Türkiye bir umuttur. Biz buna iman ettik. Sadece iman etmekle kalmadık bu umudun sadık havarileri olduk hep. Kimin yüzünde ufak bir ızdırap, gönlünde sebepsiz bir hüzün, halinde asil bir dert sezdiysek yaklaştık yanına, umudumuzu
Ekmeğimizi Katleden Adam: Dr Norman Borlaug
Dr Norman Borlaug, Minnesota Üniversitesi'nde çalışan bir genetikçi, 1970 yılında Nobel ödülü aldı. 1944-1960 arasında Rockefeller Vakfı'nın Meksika'da uyguladığı Meksika Tarım Programı'nda araştırmacı olarak çalıştı. YEŞİL DEVRİM' in öncüsü olarak tanıtılıyor. Meksika'nın buğday üretimini üç katına çıkardı; Pakistan ve Hindistan'ın buğday
Reklam
1.000 öğeden 721 ile 730 arasındakiler gösteriliyor.