10 Mart günü, Orgeneral ve Korgeneraller, Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç tarafından Askerî Şura salonunda toplantıya çağırıldılar. Toplantıyı Orgeneral Tağmaç şu sözlerle açtı: — Arkadaşlar, bugün, Türkiye'nin içinde bulunduğu durumu görüşeceğiz. Her komutan arkadaş dilediği gibi açık konuşsun. Komutanlarınız olarak biz konuşmayacağız. Hiçbir mütalâa ileri sürmeyeceğiz. Biz konuşmayacağız. Sizin konuşmalarınızdan sonra gerekli karara varacağız... Bu, gerçekten çok demokratik bir yoldu. Herkes dilediğini konuşacak, "ihtilâl yapalım", "hayır yapmayalım" diyerek, en demokratik yolla, sonuca gidilecekti.
Türkiye'de ihtilâller de son derece, demokratik yöntemlerle yapılmaktadır. Bu bakımdan dünyada eşine pek rastlanmayan ilginç ülkelerden biriyiz. İhtilâlleri bile, Mısır'daki Sağır Sultan'ın duyacağı biçimde, herkesin gözü önünde millî birlik ve beraberlik içinde plânlayıp, örgütleriz
Reklam
YAŞAMIN GERÇEĞİ, UYDURMANIN SINIRLARINI AŞIYOR 《Aziz Nesin》
“Düşünenlerin öldürülmemesi, öldürülenlerin hiç unutulmaması dileğiyle…”
AMERİKA SOSYALİST, SOSYALİST! (2/2)
-Bak bir de Celil Gürkan var. Koskoca Tümgeneral, o da sizdenmiş. -Bizden mi? -O da anarşist. Tümgeneral Celil Gürkan’ın nasıl anarşist olduğunu düşünmeye hiç gerek yok. Uğur Alacakaptan nasıl anarşistse, o da öyle anarşist olmuş. Paşa’nın gözünden hiçbir şey kaçmıyor. Artık Paşa’yla iyice içli dışlı olduk. Bu kez, prensip sahibi astsubayın
AMERİKA SOSYALİST, SOSYALİST! (1/2)
(…)“Prensip sahibi astsubay”la birlikte, tümen komutanının odasına kadar geldik. Kazım Avdan şöyle baktı: -Ha, Uğur, gelmiş. “Prensip sahibi astsubay”a eliyle çıkmasını işaret ettikten sonra: -Gel bakalım, gel otur şöyle. Gösterdiği yere oturdum. -Ha, hımm, demek sendin. O arada aklım “Ben bir küçük askerim” şarkısına takılıyor, kendimi güç
Reklam
MUHTARA KÜFRETTİ KOMUTANIM (3/3)
Bir başka olay, hem güldürücü, hem güldürmekten çok düşündürücüydü: Emekli Albay Mehmet Arkış, Deniz Gezmiş’le birlikte yargılanan Osman Arkış’ın babasıydı. Ali Elverdi Başkanlığındaki Sıkıyönetim Mahkemesi, Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan ile birlikte Osman Arkış’ı da ölüm cezasına çarptırmıştı. Mehmet Arkış, karardan sonra, oğlu Osman Arkış’ı Mamak Cezaevinde ziyaret ederek, oğlunu yüreklendirici birkaç söz söyler. Üsteğmen Burhan Poturna hemen, ölüm cezasına çarptırılan oğluyla birkaç kelime konuşan baba Mehmet Arkış’ı sıkıyönetim savcılığına ihbar eder. Tanık kim olacak? Poturna bunun da çaresini düşünür. Cezaevinde görevli erleri tanık gösterir. İddiaya göre Mehmet Arkış’ın suçu, Silahlı Kuvvetlere hakaret ve 12 Mart Muhtırasına küfür etmek…Mehmet Arkış, Ali Elverdi’nin başkanlığındaki mahkemece tutuklanır. Duruşmaya tanıklar çağırılır. Tanık erler, bir türlü “muhtıra” sözcüğünü kullanamazlar. Muhtıra yerine çoğu kez “muhtar” derler. Duruşma yargıcı, tanık erlerden birine sorar: -Sen duymuşsun, bu sanık, neye küfretti? -Muhtara komutanım. -Hangi muhtara? -Bizim muhtara. Mehmet Arkış’ın, 12 Mart Muhtırasına küfrettiği, işte böyle inanılır tanıklarla kanıtlanmış oluyordu.
MUHTARA KÜFRETTİ KOMUTANIM (2/3)
Dev-Genç davasına tanık olarak bir ülkücü çağrılmıştı. Ülkücü öğrenci, salona girmeden, kapı aralığından, sanık sandalyelerinden gördüğü Dev-Genç eski başkanlarından Atilla Sarp ve aynı örgütün genel sekreterlerinden Ruhi Koç’a, mahalle çocuklarının sık sık başvurduğu bir el hareketiyle siyasal eleştiride bulunmuştu. Tanık, bu el işareti ile
MUHTARA KÜFRETTİ KOMUTANIM (1/3)
Sıkıyönetim mahkemelerinde tanıklar, nedense hep adlarına “ülkücü” denilen öğrenciler arasından seçilirdi. Savcı Abdülbaki Tuğ, Yargıç da Albay Saadettin Üçüncüoğlu olunca, “milli birlik ve beraberlik ruhu”, mahkeme salonlarından koridorlara kadar taşıyordu. Öyle ya, savcı ülkücü, yargıç ülkücü, tanıklar da ülkücü… Tanık sadece gördüğü olayları anlatır. Yorum yapamaz. Hukuk Fakültelerinde bizlere böyle öğretildi. Sıkıyönetim mahkemelerinde anladım ki, bizlere öğretilenler yanlışmış! Ülkücü tanık mahkeme önüne geliyor. Yemin ettikten sonra başlıyor: -Ben bir Türk milliyetçisi olarak… Yargıç soruyor: -Bu Uğur Alacakaptan ile Uğur Mumcu, fakültede komünist olarak mı tanınırdı? -Evet efendim. Tamam. Komünistliğimiz, ülkücü tanıkların “bilirkişiliği” ile hemen oracıkta kanıtlanmış oldu. Bundan sonra, savun bakalım kendini savunabilirsen. Koskoca ülkücü gelmiş, komünist olup olmadığını saptayıvermişti. Birkaç kez, Profesör Uğur Alacakaptan ile kalkıp sorduk: -Bunlar bilirkişi midir? Cevap duruşma yargıcı Saadettin Üçüncüoğlu’ndan gelirdi. -Otur yerine. İstersen oturma. Oturmazsan, hemen arkada bekleyen nöbetçiler, ellerindeki otomatik tüfekle nazikçe oturmamızı sağlarlardı.
VUKUATIM YOKTUR KOMUTANIM
(…)Cezaevinden tahliye olacağım gün, beni odasına çağırdı. Yüzü gülüyordu. -Şimdi yeniden askere gidiyorsun, diye konuşmaya başladı. Ve devam etti: -Devletin iki düşmanı vardır. Biri komünizm, öteki Siyonizm…her ikisi de aynı şeydir. İkisiyle de mücadele etmek gerekir. Ben gülmemeye çalışıyorum. O anlatıyor: -Sen iyi aile çocuğusun. Annen geliyor, görüyordum. Ailen asil aile…Ankara’nın yerlisiymişsin. İyi aile terbiyesi almışsın…Bundan sonra solculukla uğraşma. Yakışır mı efendim? -Hadi güle güle… İyi aile terbiyesi almış ve buna rağmen solculuğa bulaşmış asil aile çocuğu olarak, nizamiyeden çıkıyordum ki, yeniden bir gülme aldı. “Dikkaaaat! 11-1 nöbetçisiyim, nöbetim esnasında vukuatım yoktur komutanım…Dikkaaaaaat!”
Reklam
Olumsuz Sicil...
Emekli Teğmen Nazım Ata’nın karşılaştığı işlemler de oldukça ilginçtir. Nazım Ata, Ankara’da 28’inci Tümen’de görevliyken, bazı “sayın muhbir vatandaşlar” tarafından ihbar edilir. Devir 12 Mart devridir. Genç teğmen, hemen tutuklanır. Suçluların arasında ikisi çok ilginçtir. Birisi “sosyalist düzende müteahhitliğin bulunmadığını” söylemesi, ikinci
“MOLLA BOZUNTUSU” DAVASI… (2/2)
“Molla bozuntusu” kimdir? Savcıya göre Cevdet Sunay, Süleyman Demirel’e ve avukatına göre Süleyman Demirel. Bilirkişiye göre her ikisi. Biz savunma yapıyoruz: “Yazıda, ‘bir molla bozuntusu dendiğine göre, bu ‘bir’ sözcüğün içine hem Cumhurbaşkanı hem Başbakan giremez.” Suçun kesinlikle ortaya konması için birinci koşul, “molla bozuntusu”nun kimliğini saptamak, ikinci koşul ise eğer birden çok “molla bozuntusu” varsa, bunların içinden, “Anayasa sosyalizme kapalıdır” diyeni belirlemek… Yoksa her “molla bozuntusu” bu yazının kapsamı içine girmez. Güç iş vallahi…Boy boy, renk renk, çeşit çeşit mollalar vardır. “Molla bozuntusu” mollalık işlevini yerine getiremeyen, yozlaşmış molla demektir. Anayasa sosyalizme açık mı, kapalı mı pek bilinmiyor; amma mollalık Anayasa’ya aykırıdır. Molla bozuntuluğu ise, büsbütün Anayasa’ya ters düşmektedir. Mollalık ile sosyalizm arasında bir ilişki yoktur. ”Bir molla bozuntusu” kavramı, ülkemizde Anayasa’ya aykırı olan mollaların “manevi şahsiyetini” simgelemektedir. İşbu nedenle, Başbakan Süleyman Demirel’in durup dururken, “bana molla bozuntusu diyorlar” yollu yakınmasının hukukça hiçbir anlamı yoktu. Halk arasında yaygın bir deyiş vardır. Bazı tutum ve davranışlarında hafiflikle göze çarpanlara “ağır ol da molla desinler” denir. İlhan Selçuk’un yazısındaki “molla bozuntusu” her kim ise, molla olmayıp “molla bozuntusu” olmasına rağmen, bu davaya hiç karışmamıştır. Sonunda Yargıtay, kararı bir başka gerekçeyle bozdu ve “molla bozuntusu davası” da böylece unutulup gitti. Ben de o günden bu yana merak eder dururum: “Yahu, kim bu molla bozuntusu?”
“MOLLA BOZUNTUSU” DAVASI… (1/2)
Bir zamanlar, kamuoyunda Anayasa’nın sosyalizme kapalı olup olmadığı konusu tartışıldı. Anayasa sosyalizme açık mı, kapalı mı? Kapalı diyenler, soruyorlardı: “Hani, Anayasa’nın neresinde sosyalizm yazıyor?” Açıktı, kapalıydı derken, eski cumhurbaşkanlarından, anlı şanlı Cevdet Sunday, engin devlet tecrübesi ve derin kültürüyle tartışmaya
Doğu Perinçek, Adil Özkol ve ben, liseden yakın arkadaştık. Şimdi üçümüz de Türk Ceza Yasası’nın 141 ve 142’nci maddelerinden tutukluyduk. Kendi kendime güldüm. Lise öğrencisi olduğumuz yıllarda, hep beraber “Kahramanlık Günleri” düzenlerdik. “Bin atlı akınlardı çocuklar gibi şendik…” Kahramanlık günleri çok geride kalmıştı. Akınlarda çocuklar
AMBALAJ KAĞIDIYLA KOMÜNİZM PROPAGANDASI (2/2)
Erdal Öz, üzerinde sosyal bir sınıfın öteki sosyal sınıfları devirip, bir sınıfın ezilmesine yol açan sözlerin bulunduğu ambalaj kağıtlarıyla birlikte önce gözaltına alındı, sonra da tutuklandı. Sonunda şöyle karar verildi: Erdal Öz’ün bu işte suç işleme kastı yoktur. Erdal Öz işbu nedenle beraat etsin. Erdal Öz’ün tahliyesine…Fakat bu ambalaj kağıtları çok tehlikelidir. Bu kağıtlara el konmasına… Ambalaj kağıdı, 1803 Sayılı Af Yasası kapsamına girmediğinden olacak, “tutukluluk hali” bugün de devam etmektedir, ne yapacaksınız! Şu ambalaj kağıdının sıkıyönetimden çektiğine bakınız Allah aşkına!...
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.