Mehmet Aytekin

Rıza Nur’un iş bilmez Dr. Besim Ömer Paşa’ya haddini bildirmesine dair:
Bir defa da maarif müsteşarı Reşat beyin haremi doğurmuş, memesinde iltihap olmuş. Besim Ömer Pasa bakarmış. Besim Paşa beni çağırdı, muayenehanesinde baktım. Memede iki portakal kadar bir kîh (irin) vardı. Hastada şiddetli hararet mevcuttu. «Kîh var, ameliyat lâzım» dedim. «Ya yoksa» dedi. Halbuki herhangi bir hekim bu kadar büyük bir cevfi (iç vücut boşluğunu) parmağı ile bıngıldatmadan da derhal anlardı, şüpheye asla mahal yoktu. «Kat’î!» dedim. «Öyle ise yar!» dedi. Bıçağı vurdum, iyi keskin değilmiş. İki üç santimetre derinliğe vardım; fakat cevf pek derinde imiş. İkinci bir darbe vuracaktım, elimi tuttu. «Yapma, bir şey yok!» dedi. Dinlemedim. Ve hem de kızdım. Besim Paşa hayretinden yüzünü hanımın memesine kadar yaklaştırmış. Böyle cevfler açılınca irin fışkırır, adeta fıskiyedir. Onu da bilmiyordu, içimden şimdi suratını berbat etsin de iyi bir isbat olsun dedim. Bıçağı daldırdım. İrin fışkırdı; Besim Paşa’nın yüzünü, gözünü üstünü başını berbat etti. İşte bu zat hiç ameliyat bilmezdi.
Sayfa 171 - (İstanbul: Altındağ Yayınevi, 1967), c. 1Kitabı okuyor
Reklam
Mektepten sonra:
…mektepten çıktıktan bir sene sonra çapkınlığa da başladım. Bu esnada hem sigaraya başladım, hem de rakı da içiyordum.
Sayfa 174 - (İstanbul: Altındağ Yayınevi, 1967), c. 1Kitabı okuyor
Rıza Nur'un, teyzesinin kızına tecavüz etmeye çalışması hakkında:
Yine şimdi hatırıma geliyor: Tıbbiyede iken Sinop’ta tatil zamanlarında komşu kızlarından üç kız pencerenin önünde otururlar bana gülerlerdi. Bir tanesi bir aralık deli gibi idi. Bana söz de söylerdi. Mütemadiyen kapımızın önünde dolaşırdı. Bunlar On altı, on sekiz yaşlarında idi. Hiç birine mukabele etmezdim. Sade seyretmesi hoşuma giderdi; gülerdim. Bu devre en uslu devremdir. Fakat bu esnada gayet çirkin bir iş yaptım. Bir gün evde kimse yoktu. Kapı çalındı. Teyzemin Zühre adındaki kızı geldi. Kapıyı açtım. Yukarı çıktı. «Teyzem yok mu? dedi. O anda fikrime fesat geldi. Halbuki bu kıza bu ana kadar bir başka gözle baktığım hiç yoktu. Birden beni fena bir his kapladı. Cevap vermedim. Kızın üstüne atıldım. Kız kaçmaya başladı. Bağırmıyordu; bağırırım diye beni tehdit ediyor, hem koşuyordu. Böyle koşuşuyorduk. Yakaladım. Uğraşıyordum. Kız şiddetle mukavemet ediyordu. Nihayet aklım başıma geldi; bıraktım. Kız derhal evden gitti. Meğerse insan gözü kızmış bir boğa gibi vahşi bir şeymiş. Kız, kadın ve erkek asla yalnız bırakılmamalıdır; buna mukavemet edenler var; fakat az. Çünkü insan kendini kaybediyor. Eğer kız şiddetle mukavemet etmeseydi, felâketti. Bu vak’adan çok müteessir oldum. Ve kendime çok itab ettim (azarladım). Meseleden hiç bir şey sızmadı. Kız galiba ne anasına ve ne anama söylemedi. Bu kız birkaç yıl sonra evlendi. Çocukları oldu ve çok zaman oldu ki; ölmüştür. O vakit anamdan utancımdan üç-beş gün ölmüştüm. Sonra da ölünceye kadar bu kızın yüzüne bakamadım.
(İstanbul: Altındağ Yayınevi, 1967), c. 1, s. 134-135.Kitabı okuyor

Reader Follow Recommendations

See All
Tıbbiyedeki en gerilimli hadise. Falaka cezasına karşı çıkanlar
Talebe umumiyetle dayağın aleyhinde idi. «Dayak insana değil, hayvana, hattâ ona bile değil» derlerdi. Biz tıbbiyeliler tıbbiyeli olmayı şeref bilir, bununla gurur duyardık. Kendimizi milletin en münevveri sayardık. Dayak gücümüze giderdi. Çocuklar yatmadılar. Bilâkis zabitlere ve neferlere hücûm ettiler. Diğer talebeler de hücum etti. Ortalık karıştı. Herkes birbirine girdi. Değnekleri kapışıp kırdılar; zabitlerden kaçamıyanları döğdüler. Bu esnada öyle müthiş bir ses koptu ki, ben dahi titremeye başladım. Bin kişi bir ağızdan ve gözleri dönmüş olduğu halde bağırıyorlardı. Kimi «Hadin mektepten çıkalım! Halkı isyan ettirelim! Bu istibdat nedir?..» kimi «Mektebin üstüne İngiliz bayrağı çeklim,» böyle türlü şeyler diyor, bağırıyorlardı. Herkes, gözler dönmüş, kendini kaybetmiş bir halde idi... Zihniyetimiz ne yanlıştı. Ne cahildik. İngiliz hürriyet hâmisi, zalimleri kahreder, milletlere hürriyet verir zannederdik. İngiliz bayrağı çekersek İngiliz gelip Abdülhamid’i indirir, Türklere hürriyet verir fikrinde idik. Bu zan bizde değil bütün millette hattâ bütün dünyada vardır. Harb-i umumî ile bu fikir bitti.
Sayfa 111 - (İstanbul: Altındağ Yayınevi, 1967), c. 1Kitabı okuyor
Rahmi'nin umumhanede zaniyenin fercine işemesi hakkında:
Sınıfımızda zeki talebe olduğu gibi pek ahmaklar da vardı. Bunlardan biri Sivaslı Rahmi idi. Bir şeye aklı ermezdi. Rahminin arkadaşlarından bir Firavunu vardı. Daima ona sataşırdı. Adı İbrahim Toygar idi. Bir gece onun firavunu Rahmi'yi birkaç talebe ile umumhaneye götürmüş. «Kadına bu acemidir. Öğret!» demiş. Kadın Rahmi'yi odasına almış, birçok gayretle muamele olmuş; fakat Rahmi kadının fercine işemiş, yatak ıslanmış!.. Kadın tekme ile Rahmi'yi karyoladan devirmiş, Rahmi bağırmış ve ağlamış, firavunu ile arkadaşları koşmuşlar. Kadın olanı hikâye etmiş, Birçok gülmüşler. Rahmi: «Ne bileyim. Belim geliyor zannettim.» demiş. Mektebe geldiler. Bize anlattılar. Artık bu bize haftalarca eğlence oldu. Bu terbiyeye münafi hikâyeyi yazdım; çünkü görünüp işitilmemiş bir tıbbi müşahededir. Bu çocuk sonra doktor oldu. Halbuki bir kaz bile güdemezdi. Zavallı asker hastalar elinden neler çekmişlerdir?! Birkaç yıl sonra da delirip ölmüştür. İşte o zaman böyleleri de hekim yaparlardı...
(İstanbul: Altındağ Yayınevi, 1967), c. 1, s. 120-121.Kitabı okuyor
Reklam
Reklam
33 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.