Yaklaşan büyük savaşın huzursuz edici gölgesinde, Hititler’in başkenti Hattuşa’da geçen bir yasak aşk öyküsü. Okura binlerce yıl öncesinden gönderilmiş hasret yüklü bir mektubu anımsatan Ninatta’nın Bileziği, insana ait zaafların ve aşkın yıkıcı gücünün binlerce yıldır hiçbir değişime uğramadığının da kanıtı.
Ben bekledim ve yaşlandım.
Dizimde takat kalmadı,
Saçlarım kederli bulutlar gibi ağardı,
Derim buruştu, gözlerimin
feri söndü,
Ben bekledim.
Şimdi çok yorgunum.
Şimdi ölüler ülkesinden esen rüzgâr
üşütüyor tenimi.
Şimdi zamanım kalmadı.
Ama biliyorum bekleyişim bitmedi.
Biliyorum, bedenimiz olmasa da
ruhlarımız kavuşacak nasılsa.
Sevdiğim yazarlardan Ahmet ÜMİT''in diğer okuduğum kitaplarından farklı olarak şiir türünde, akıcı bir dille yazılmış, bir kaç saatte okunacak keyifli bir kitaptı.
"...
Şimdi çok yorgunum.
Şimdi ölüler ülkesinden esen rüzgâr üşütüyor tenimi.
Şimdi zamanım kalmadı.
Ama biliyorum, bekleyişim bitmedi.
Biliyorum, bedenimiz olmasa da ruhlarımız kavuşacak nasılsa.
..."
Sevgilerimizi söyleyemez olduk
Göremez olduk nice güzellikleri
Yalanı öğrendik
Utanmayı öğrendik
İnandık sonraları
Bütün yaratıklardan üstün olduğumuza
Büyük zekâmız
Önce kafesi, zinciri, zulmü icat etti
İyilik, güzellik ve doğruluk adına
Hiçbir şey kalmadı inandığımız
Aradan bin yıllar geçip
Atom parçalanıncaya kadar
Zaten paramparça olmuştu insanlığımız
(Âmin diyenlerin çok olması için paylaşabilirsiniz.)
GAZZE İÇİN DUAYA DAVET
Çok sevgili Müslüman kardeşlerim! Hepinizin de bildiği gibi İslâm coğrafyasının her yerinde kan ve gözyaşı akmakta. İslâm coğrafyasının her bir karış toprağı yardıma ve duaya muhtaçtır. Ama en çok ve acil olarak duaya muhtaç olanlar Gazzeli kardeşlerimizdir. Onlara
"Yüz binlerce îmanlı talebeleriniz size âtî için ümit ve tesellî vermiyor mu?"
"Evet, büsbütün ümitsiz değilim... Dünya, büyük bir mânevî buhran geçiriyor. Mânevî temelleri sarsılan Garb cemiyeti içinde doğan bir hastalık, bir vebâ, bir tâun felâketi, gittikçe yeryüzüne dağılıyor. Bu müthiş sâri illete karşı Islâm cemiyeti ne gibi
Sevgilerimizi söyleyemez olduk
Göremez olduk nice güzellikleri
Yalanı öğrendik
Utanmayı öğrendik
İnandık sonradan
Bütün yaratıklardan üstün olduğumuza
Büyük zekamız
Önce kafesi, zinciri, zulmü icat etti
İyilik, güzellik ve doğruluk adına
Hiçbir şey kalmadı inandığımız
Aradan bin yıllar geçip
Atom parçalanıncaya kadar
Zaten paramparça olmuştu insanlığımız
Şimdi beni savunan kalmadı babacığım;
çünkü ikiniz de öldünüz. İşte ben de yalnızsam, yalnızlığımı bilmek için çoğu zaman -sabit hazarlarla boşluğa baktığım zaman- bu kerpiç evi gittikçe daha ciddi bir biçimde düşünüyorum. Ben bu asık suratlı aydınlara hiç benzemiyorum babacığım; onlara karşıyım ve senin içtenliğinden yanayım. Bazı kitaplar yüzünden kafam biraz karışmışsa da bugün bile senin içtenliğini taşıdığımı ümit ediyorum. Gene de sonunda sana bütünüyle benzemekten korkuyorum babacığım: Yani ben de sonunda senin gibi ölecek miyim?