Daha önemlisi, muhafazakar çevrelerde, Atatürk' ün Necip Fazıl'ı da o kısıtlı şartlar altında Paris'e devlet bursuyla gönderdiği gerçeği neden unutturulmaya çalışılmıştır; neden Atatürk'ün aynı ilham verici telgrafı diğer burslular gibi kendisine de gönderdiğini Necip Fazıl gizlemiş; Paris'e gönderilmesinin hikayesini önemsizleştirmeye, unutmaya, unutturmaya meyletmiştir? Necip Fazıl'ın bu "unutturma" hikayesi aslında bize ana-akım muhafazakar anlatıya dair düşündüğümüzden biraz daha fazlasını söylüyor. Muhafazakarlığın sürekli bir hatırla(t)ma gayreti üzerine kurulu oluşu ile Türkiye'deki muhafazakarların birçok şeyi unut(tur)ma temayülü, hatta çabası diğer pek çok şeyden daha ironik. Üstelik bu unutturma sadece Necip Fazıl'a özgü de değil. Aynı bursla, aynı "Promete motivasyonu"yla muhtemelen çok benzer bir telgraf eşliğinde, üç yıl sonra Nurettin Topçu da Fransa'ya gönderilmiştir. Ve ilginçtir, o da bu bahsi konuşmayı pek yeğlemiyor (Aksakal 2017; 18-19).
"Yağmur damlaları kadar değerli ve narindir gülüşlerin.
Toprak misali her yağmurda canlanır sensiz bedenim.
Damla damla yağdıkça yalnızlığın içindeki griyeler...
Sırılsıklam ıslanırım, yağmur olur se-
ninle olan hayallerim.
Gülmek nedir bilmem ben yokluğunda, susar sakit olur sensizliği yazarım şu satırlara
Eğer ki bir gün gideceksen sevdiğim,
Ben seni nasibim kadar sevdim unut- ma!"