"Galata Köprüsü'nde ilk bakışta göze çarpandan daha fazlası var. Venedik'in Rialto'su ile Floransa'nın Vecchio Köprüsü'nün karışımı gibi görünen bu köprü dubalar üstüne inşa edilmiş ve ortası sadece geceleri açılıyor. Köprü üç kısımdan oluşuyor, yayalar ve arabalar için bir yol, küçük dükkânlar ve kahvehanelerin bulunduğu dar bir geçit ile bir sıra vapur iskelesi. Benim kaba hesabıma göre, yıllık ortalama dikkate alınırsa, köprüden her gün yirmi sekiz bin kişi geçiyor. Bu sayıya tabii ki Üsküdar ve Boğaz iskelelerine ulaşmak için köprü geçiş ücreti ödeyen yolcular da dahil."
Sayfa 14 - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu
Ermeni esnafın modern eğitimde ve ekonomide yükselmesi, Ermeni sorununu ateşledi. Okul ve ticaret Ermeni milliyetçiliğini kaynatan yakıtlardır. Tarihçi Louise Nalbandian, Ermeni milliyetçiliğine öncülük edecek gençlerin yetişmesinde Üsküdar Ermeni Koleji'nin rolüne dikkat çeker. Ermeni milliyetçisi gençler modern eğitim almış, Fransız İhtilali'nden, Fransız İhtilali'nin ulus devlet fikrinden etkilenmişlerdir. 1848 yılında Patrikhane Meclisi, yapılan seçimleri âmiraları destekleyen kesim kazanınca, Nalbandian'ın "devrimci" olarak nitelediği Ermeniler İstanbul Kumkapı'da gösteri yaptılar. Nalbandian bu olayı Ermeni devrimci hareketlerinin ilk eylemi sayıyor. Gerçekten Ermeni komitacıları genel olarak aydınlardan oluşacak, fakat gittikçe zenginleşen Ermeni esnafı tarafından destelenecek, bu yüzden sorun büyüyecektir.
Reklam
... Üsküdar'ın haraplığına rağmen buralardaki gösterişli evleri hiddet ve kırgınlığa benzer hislerle seyrediyordu. Bu yerleşim yerlerini ecnebi eller vücuda getirmiş, bu temiz ve muntazam muhit yabancılar için hazırlanmıştı. Bu memleket sahiplerinin ölüleri yolsuz kabristanlarda, çökmüş mezarlarda, kırılmış, devrilmiş, çamurlara gömülmüş eski mermer taşlar arasında yatar zinde gençleri de tutuculuk, tembellik, düşkünlük gölgeleri altında, miskin ahşap evlerde yaşarken işte bizim zaafımızdan, tembelliğimizden istifade eden, bizi küçük gören rakipler buralarda, bu gösterişli yapılarda mesut ve mağrur bir hayat geçiriyorlardı.
İSTANBUL...
Ah İstanbul! Sırtından binlerce adım geçer de çıkmaz sesin. Sessiz hıçkırıkların bir dalganın süzülüşünde yankılanır ve kabaran yüreğinle birlikte damla damla gözyaşın sahile vurur. İki yakan bir araya gelmese de bir yar seversin, kalbini bir kuleye hapsetmiş, nazlı etekleri Üsküdar'a uzanan... Zırhını kuşanmış yedi asker başında bekler, kavuşmak hep başka bahara kalır. Karşı gelsen zindanlara hapsederler yüreğini, esaret değil korktuğun bilirim. Yârin mavi gözlerine hasret kalma düşüncesi öldürür seni. Dokunamasam da uzaktan seyrederim gözlerini, dersin. Sonra ağlarsın sessizce, gözyaşın sevdiğinin gözyaşına sarılır, sonra damla damla sahile vurur. Özlersin, bilirim. Bu yüzdendir rüzgârında hep bir hasret kokusu taşıyışın...
Tuğlar eski Türklerde hakimiyet ve hükümdarlık simgesiydi. Tuğ bir sırığın tepesine altın yaldızlı bir top ve bunun alt tarafına takılan uzun at kıllarından meydana gelirdi. Eski Türklerde büyük kağanların dokuz tuğu vardı ki, bir hükümdarın kuvvet ve kudreti ne kadar büyük olursa olsun bundan daha fazla tuğa sahip olamazdı. Çünkü, Eski Türklerde
Sayfa 222
Öyle Git !
Bardağın doldu, Güneşin battı, ... Ustam, son lokmanı iyi çiğne, Uzasın kısaldığı yerden vakitler. Hatırı kırılmasın çayların, Bir yudum daha al da öyle git...
Sayfa 116Kitabı okudu
Reklam
Geri199
1,000 öğeden 991 ile 1,000 arasındakiler gösteriliyor.