Tanıtımında da belirtildiği gibi anlatımı güzel ama gerçekten sert bir öykü. Yazarın, olayları dolandırmadan ve okuyucuya kendi görüşlerini dayatmadan anlatmasını sevdim. Akademisyen kimliğinin izlerini, kültürel donanımını kitabın çoğu bölümüne yansıtmış. Mitoloji, edebiyat ve tarih ilginiz varsa bazı yerlerde yaptığı atıfların çok yerinde olduğunu anlayabilirsiniz.
Okurken çok gerildim ve bazı bölümlerde inanılmaz sinirlendim. Din, dil, ırk, kültür, coğrafya hepsini bir yana koyarak sadece insan olmayı, iyi ve kötü ayrımını yapabilmeyi; davranışlarımızın diğer insanları, hayvanları, doğayı nasıl etkilediğini unuttuğumuzda nasıl utanılacak duruma düştüğümüzü “tokat” gibi yüzümüze vurmuş yazar. Kişisel arzuların, mevkinin kişisel çıkarlara hizmet etmesinin, tecavüzün, dinin sadece kötülük yapıldığında sorgulama aracı olarak kullanılmasının, ırkçılığın, cinsiyetçiliğin, canlıların yaşam hakkına karışmamızın, aldatmanın, yalanın ve kitapta değinilip de aklıma gelmeyen birçok şeyin ‘utancını’ bunları yapanlar adına hissettim. Profesör David, Melanie, Lucy, Petrus, Bev ve diğer karakterlerin hepsinin karanlık ve anlamlandıramadığım davranışları yine bana “neden?” sorusunu sordurdu. Neden insan gibi yaşamayı yüzyıllardır öğrenemiyoruz?
Kendinizi güçlü ve sakin hissettiğiniz bir zamanda okumanızı tavsiye ederim. Kitabın film uyarlaması da varmış, bilginize.